17 Mart 2013 Pazar

Uzaylımı ???


Uzaylılardan cevap geldi



uzaylılardan cevap






Uzaylılardan gelen mesaj, Uzaylılarla iletişim, uzaylılarla bağlantı kurma, uzaylı varmı, uzaylılara mektup…
14 ağustos 2001 tarihinde, daha önce rastlanılan ekin çemberlerinden farklı olarak mesaj niteliği taşıyan ekin çemberlerine rastlanıldı…

1974 yılında, ABD’li gökbilimci Carl Sagan, Porto Riko’daki Arecibo teleskopunu kullanarak, uzaya NASA‘nın hazırladığı bir ikili mesaj niteliğinde kod gönderdi.

Kodlar, gezegenimizde bulunan elementler ve insanlar hakkında bilgiler içeriyordu…

Aradan  tam 27 yıl geçtikten sonra, radyo teleskopun hemen önünde, onun uzaya gönderdiği kodun ikizi belirdi.

Sagan’ın gönderdiği kodda, ondalık figürler, hayatı oluşturan elementler, DNA zinciri ve yapısı, boy ve nüfus gibi insana özgü özellikler vardı.

Ekin çemberinde, aynı hesaplama sistemi vardı.

Ancak, mesajda belirtilen temel element karbon değil, silikondu.

İnsan figürü yerine hayal ürünü olarak gösterilen uzaylı figürü gibi, daha büyük bir kafası olan bir varlık göze çarpıyordu.

Ayrıca, DNA yapılarıda farklıydı, 2 değil, 3 zincir vardı.

Boylarını 130 cm olarak belirtiyor ve yaşadıkları güneş sisteminin 3,4 ve 5′inci gezegenlerinde kolonileri olduğunu ifade ediyordu.



Kaynak: Uzaylılardan cevap geldi

Karakteristlik özelliğinimi merak ettin :)


Hepimiz farklı karakter ve davranışlar sergileriz. Önemli olan nasıl davrandığımız konusunda kendimizi yargılamak değil, hareketlerimizi değiştirmeye çalışmaktır. İşte, karakter yapıları ;








Tembeller. Hayat enerjileri aslında yüksek olan fakat hiç bir şey yapmak istemeyen tiplerdir. Eğlence, vakit geçirme ve aşk dediğinizde hepsi ayaktadır ama iş dediğinizde hiçbiri ortalarda gözükmez. Yapılacak işler hep yarım ya da yapılmamıştır. İstemedikçe hiçbir iş yaptıramazsınız. Tembel insanlar, hayatta bir şeyleri kaçıran ve ne yazık ki mutluluğu da yakalayamayanlardır.



Kıskançlar. Yapılan araştırmalarda aşırı kıskanç olan insanların hayatları daha kısa olduğu ortaya çıkmıştır.  Kıskançlığı sadece aşk ve sevgide düşünmemek gereklidir. Yakın arkadaşların başarısı, iş hayatında sizin önünüzdeki insanları kıskanmak, para kıskançlığı olarak da türleri vardır. Bu duygu kişiyi çok yormakta ve zarar vermektedir. Aslında öz güven problemi olan insanlarda sıklıkla görülür. Kıskanç olduğunuzu kabul edin ve altındaki nedenleri araştırın.



Meraklılar. Çevrenizdeki her şeyden haberdar olmak istiyor, sürekli soru soruyor, her ortamı dinliyorsanız siz meraklısınızdır. Her şeyi bilmek zorunda değilsiniz bu nedenle de sürekli problem yaşarsınız. Ne demişler, cahillik, mutluluktur. Bırakın, insanlar istediklerini söylesin ve istedikleri gibi yaşasınlar. Kendinizi rahat bırakın ve soru sorma alışkanlığını bırakın. Böylece, siz de mutlu olursunuz.



Savurganlar. Eline geçen her kuruşu harcayan insanlara savurgan denilir. Bunun dışında, arkadaşlıklarında, aşkta ve iyilikte bile savurgan olabilirsiniz. Az ile yetinmeyi bilmeyen insanlar hep mutsuz olmuşlardır. Bu nedenle, az ile yetinmeye çalışın, paranızı, duygularınızı savurmayın yoksa çoğaltamazsınız.



Kibirliler. Kibir bir insanın kendini diğer insanlardan daha zeki, güzel ve üstün görmesidir. Hatta bütün semavi dinlerde kibir en büyük günahlara arasındadır. Alt yapısında keskin bir ego vardır. Sevgiyi paylaşıp, mutlu olmak yerine hayatı kendilerine zehir eden ve yalnız insanların özelliğidir.

16 Mart 2013 Cumartesi

Kişiliğini Test Etmek İsteyenler Buraya !!!



Birçok profesyonel kuruluş tarafından insanların iç dünyalarını ve insanlarla ilişkilerini değerlendirmek için kullanılan bu testi siz de uygulayın, kendinizi daha iyi tanıyın.

Mantıklı ve dikkatli misiniz, hassas ve duygusal mı? soruları çözün kişiliğinizi öğrenin…

Birçok profesyonel kuruluş tarafından insanların iç dünyalarını ve insanlarla ilişkilerini değerlendirmek için kullanılan bu testi siz de uygulayın, kendinizi daha iyi tanıyın.

1. Kendinizi ne zaman en iyi hissedersiniz?

(a) Sabahları

(b) Öğlenden sonra ve akşama doğru

(c) Gecenin ilerleyen saatlerinde

2. Nasıl yürürsünüz?

(a) Hızlı ve uzun adımlarla

(b) Hızlı ve kısa adımlarla

(c) Normalden yavaş ve etrafa bakınarak

(d) Yavaş ve başı eğik

(e) Çok yavaş

3. İnsanlarla konuşurken

(a) Kollarımı göğsümde katlamış olarak dururum

(b) Ellerimi sıkarım

(c) Bir veya iki elimi belime koyarım

(d) Konuştuğum insanlara dokunur veya ittiririm

(e) Kulağımla oynar, çeneme dokunur veya saçımı düzeltirim

4. Dinlenirken nasıl oturursunuz?

(a) Dizler katlanmış ve bacaklar birbirine bitişik olarak

(b) Bacaklar çaprazlanmış olarak

(c) Bacaklarımı uzatarak

(d) Bir bacağımı altıma katlayarak

5. Çok hoşunuza giden bir şey olduğunda ne yaparsınız?

(a) Büyük bir kahkaha atarım

(b) Gülerim ama fazla sesli değil

(c) Bir kerelik gülerim

(d) Sessizce gülümserim

6. Bir partiye veya sosyal etkinliğe katıldığınızda

(a) Herkes sizi fark edecek şekilde gürültülü bir giriş mi yaparsınız?

(b) Sessiz bir giriş yapıp etrafınızda tanıdığınız birilerine mi bakınırsınız?

(c) Çok sessizce girip kimsenin sizi fark etmemesine mi gayret edersiniz?

7. Çok zor bir işe dikkatinizi vermişken rahatsız ediliyorsunuz.Ne yaparsınız?

(a) Bölünmeyi memnuniyetle karşılarım

(b) Aşırı derecede rahatsız olurum

(c) Belli olmaz.Bu iki uç arasında değişken davranışlar gösteririm

8. En çok hangi rengi seversiniz?

(a) Kırmızı veya portakal rengi

(b) Siyah

(c) Sarı veya mavi

(d) Yeşil

(e) Koyu mavi veya mor

(f) Beyaz

(g) Kahverengi veya gri

9. Yatakta uyumadan önceki birkaç dakikada

(a) Sırt üstü yatıp uzanırsınız

(b) Karnınızın üstüne yatıp uzanırsınız

(c) Hafif kıvrılmış olarak yan tarafınıza yatarsınız

(d) Başınızı bir kolunuzun üzerine koyarsınız

(e) Başınızı yorganın altına kapatırsınız

10. Rüyanızda genellikle

(a) Düşersiniz

(b) Kavga eder veya tartışırsınız

(c) Birilerini veya bir şeyler ararsınız

(d) Uçar veya yüzersiniz

(e) Genelde rüya görmezsiniz

(f) Rüyalarınız daima hoştur

PUANLAR:
1. (a) 2 (b) 4 (c) 6

2. (a) 6 (b) 4 (c) 7 (d) 2 (e) 1

3. (a) 4 (b) 2 (c) 5 (d) 7 (e) 6

4. (a) 4 (b) 6 (c) 2 (d) 1

5. (a) 6 (b) 4 (c) 3 (d) 5 (e) 2

6. (a) 6 (b) 4 (c) 2

7. (a) 6 (b) 2 (c) 4

8. (a) 6 (b) 7 (c) 5 (d) 4 (e) 3 (f) 2 (g) 1

9. (a) 7 (b) 6 (c) 4 (d) 2 (e) 1

10. (a) 4 (b) 2 (c) 3 (d) 5 (e) 6 (f) 1

Şimdi puanlarınızı toplayınız.

60 PUAN VE ÜZERİ:

İnsanlar sana kırılgan bir eşya muamelesi yapıyorlar. Kibirli, bencil ve aşırı baskın birisi olarak görülüyorsun. İnsanlar size hayranlık duyup sizin gibi olmak isteyebilirler ama size her zaman güvenmezler ve sizinle çok yakın ilişkide olmaktan kaçınırlar.

51 – 60 PUAN:

insanlar sizi heyecan verici, havai, düşüncesiz yapıda, doğal liderlik özellikleri olan, her zaman doğru olmasa da hızlı karar veren birisi olarak tanırlar. Seni cesur, maceraperest birisi olarak tanırlar; her şeyi bir kez denemek isteyen, macera yaşamak için fırsatları kaçırmayan birisi.. Yaydığınız heyecandan dolayı insanlar sizinle aynı iş yerinde yaşamaktan zevk alırlar.

41 – 50 PUAN:

İnsanlar sizi taze, canlı, çekici, eğlendirici, pratik ve daima ilginç birisi olarak görürler; her zaman ilgi odağı olan ama çok aşırıya kaçmayacak kadar da dengeli birisi.. İnsanlar sizi ayrıca iyiliksever, düşünceli, anlayışlı ve kendilerini neşelendiren ve rahatlatan birisi olarak tanırlar.

31 – 40 PUAN:

İnsanlar sizi mantıklı, ihtiyatlı, dikkatli ve pratik birisi olarak görürler. Sizi zeki, yetenekli ve hünerli ama alçak gönüllü olarak tanırlar. Çok hızlı arkadaşlık kurmayan, ama arkadaşlarına karşı çok sadık olan ve onlardan da aynı şeyi bekleyen birisiniz.

Kaynak  Hürriyet


Facebook Kişilk Testi :)


Facebook’ta attığınız her adım ve sosyal medyayı kullanma şekliniz, sizin hakkınızda pek çok ipucu veriyor. Yeni trend facebook’tan karakter analizi! Siz de ipuçlarını takip ederek hoşlandığınız kişiyi tahlil edebilirsiniz.

Statünüzü güncellemek, beğendiğiniz videoları paylaşmak, arkadaşlarınızın doğum günlerini kutlamak, insanları röntgenlemek, en “yeni!” fotoğraflarınızı yüklemek ve oyun oynamak… Facebook’tan tüm anladığınız bu mu? Oysa, hoşlandığınız kişi başta olmak üzere, pek çok tanıdığınızın karakterini facebook’tan tahlil edebilirsiniz… İşte Carol Tuttle’dan size ipuçları…

PROFİL FOTOĞRAFI NE ANLAMA GELİYOR?

♦ Birinin profil fotoğrafını yargılamadan önce, onun ‘facebook’u ne için kullandığını göz önüne almak gerekiyor. Bazıları iş amaçlı, bazıları eğlence, bazıları da eski dostlarıyla iletişimde olabilmek için kullanır.
Eğer bir erkek sıkıcı bir profil resmine sahipse -örneğin takım elbiseli- bu, onun sıkıcı biri olduğu anlamına gelmeyebilir. Belki de sadece, patronunu “arkadaş” listesine katmak istiyor… Kısacası kadınlara değil, kariyerine oynuyor! E, bu da sizin açınızdan kötü bir şey sayılmaz!

♦ Fotoğrafında, elinde içkisiyle, gece aleminde mi? Bu tip bir fotoğrafta, ayrıntıları göz önüne almak gerekiyor… Örneğin, arka fonda kızlar varsa, sadece eğlenmeyi değil, çapkınlık yapmayı da seviyor olabilir! Özetle, bu adam henüz evlilik müessesesi için yeterli olgunluğa erişememiş. Ama bir “looser” havası varsa, “Partiden partiye koşuyorum, çünkü acayip yalnızım” demek istiyor olmalı…

♦ Köpek besleyen bir erkeğe hangi kadın sempati duymaz ki? (Elbette köpekleri sevmeyen bir kadın; ama konumuz şimdi bu değil!) Fakat son 10 profil fotoğrafının ‘Karabaş’ıyla olup olmaması, bu maddenin kara kutusu! Diğer fotoğraf özneleri de, fotoğrafların içinde dengeli bir şekilde yerini almalı… Sadece dört bacaklı arkadaşları değil!

♦ Bir ünlü ile poz vermiş olması, herkese sempatik gelmeyebilir, fakat akıllıca bir hareket. İlgi alanlarını bildirmek istiyor olabilir!

SAYFASINI SÜREKLİ YENİLİYORSA…

- Hayatını dekodersiz naklen yayın şeklinde facebook’tan afişe eden biriyle, işi arkadaşlıktan öteye vardırmamak sanki en doğrusu! Şu anda yediğini söylediği sandviç, eğer dünyanın en iyi sandviçi değilse, ne yediğini bilmek cidden istemiyoruz!

- Statüsünde sürekli bir mızmızlanma ve şikayet hali kendini öne çıkarıyorsa, bu, duygusal açlığı olduğu anlamına geliyor.

- Genellikle, diğerlerinin yorum, fotoğraf ve durumlarını eleştiriyorsa, size açıkça; “Ben ne dersem o! Sevgilim filan demem, çok fena eleştiririm bak” diyor!

ARKADAŞ LİSTESİ…

Durumlara bir göz atalım…

- Listesi epey kabarık mı? Dünya üzerinde ne kadar insan varsa, listesine eklemek mi istiyor? Seçici biri değil evet, ama çok arkadaşının olması kötü bir şey de sayılmaz. Belli ki sosyal, konuşkan ve eğlenceli biri. Optimist ve yeni fırsatlara her zaman açık. Bir diğer deyişle, herkesin arkadaş olmak istediği “cool” biri de diyebiliriz! Bunun yanı sıra, süper hırslı biri olması ihtimali de yüksek. “Bay Popüler” olma çabası zaten açıkça görülüyor…

- Dikkat dikkat! Eğer seri bir arkadaş koleksiyoneri ise ve bu arkadaşlar genellikle çekici, hoş, seksi kızlarsa, bunu bir kenara not edin. Bazı erkekler, arkadaşlarının arkadaşları arasındaki güzel kızları seçiyor ve arkadaşlık teklifinde bulunuyorlar. Biz buna kısaca “facebook flörtü” diyoruz. Ve son derece büyük tehlike arz eden bir durum olduğunu söylemeden geçmek istemiyoruz. Eksi puan!

- Az sayıda arkadaşı varsa, bu onun asosyal olduğunu göstermiyor. Özel bir grup arkadaşı var ve bu da demek oluyor ki, bu çocuk güvenilir, akıllı ve sadık biri! Bunun yanı sıra, belki de vaktinin çoğunu gerçek dünyada geçirmeyi tercih ediyor!

FOTOĞRAF ALBÜMÜ ONUN İÇİN NE DİYOR?

Fotoğraf albümlerini incelemek, onun karakter fotoğrafını çıkartmanıza yardımcı olabilir. Bir kere her şeyden önce, fotoğraf seçmek, yüklemek ve tag’lemek için vakit harcıyor.

Seyahat fotoğrafları, onun gezmeyi ne kadar sevdiğini, kardeşinin çocuğuyla olan fotoğrafı ailesine ne kadar bağlı olduğunu, arkadaşının düğün fotoğrafı arkadaşlarına verdiği önemi gösteriyor.

Eğer daha çok arkadaş grubuyla fotoğrafları varsa, bu, onun diğer insanlarla olan iletişiminin kuvvetli olduğu anlamına geliyor.

Güzel bir kızla…

Bir gün uyandınız, facebook kriziniz tuttu, yemeden içmeden hemen bilgisayarı açtınız ve hay aksi… Yoo, işte bu olamaz! Neyse canım, çok da güzel değilmiş zaten! Burnu da biraz büyük mü ne?
Bir erkeğin profiline eklediği en can sıkıcı fotoğraf bu elbette. Biraz kafa karıştırıcı değil mi? Durun, önce soğukkanlı olmayı deneyin. Kızla aynı soyadı paylaşıyorsa, kızkardeşi ya da kuzeni olabilir. Ancak ihtimaller oldukça fazla… Platonik aşık olduğu en yakın kız arkadaşı da olabilir.

Belki de kendisinin son dönemde en iyi çıktığı fotoğrafı budur! Ama yine de soru işareti bol bir durum… Bu kız neden burada şimdi? Bu konuda aceleci davranmayın. Biraz araştırma ve biraz da beklemek gerekiyor.

FACEBOOK OYUNLARI OYNUYORSA…

Farmville, Fishville gibi popüler facebook oyunları oynamayı seviyorsa, bu onun eğlenceyi, gezip tozmayı ve partileri sevdiği anlamına geliyor. Ancak biraz da takıntılı olabilir.

Fakat en kötüsü, tüm gün çok sıkı çalıştığını söyleyen bir adamın, saat 14.00′te Farmville’de yumurtasından tavuk çıkmış olduğunu görmeniz olacak!

HER ÖNÜNE GELEN TESTİ ÇÖZÜYORSA…

“80′ler hakkında ne kadar bilgi sahibisiniz?” testinden yüzde 98 skor almak, onun için dünyanın en önemli olayı mı? Hırslı biri olmalı ki bu çok da kötü sayılmaz! “Yorum yok” tipi biri değil. Ancak doğum gününde sizi nereye götüreceği gibi detaylara pek takılan biri gibi de durmuyor.

Son karar: Hangi film yıldızısınız?” “Kaç çocuğunuz olacak?” “Evleneceğiniz kişinin adının baş harfi nedir?” gibi saçma testlere vakit harcamıyorsa, testkolik olmasını sorun etmeyin.

Kaynak: ekolay.net

Şimdi sorcaksınız nedir bu fenşui ( Feng Sui ) :D


        Feng Sui



Feng Shui yaklaşık 5000 yıllık bir Çin öğretisidir. Doğada ve etrafımızda gezen yaşam enerjisine uyum sağlayarak sağlıklı ve bereketli bir şekilde yaşamamızı sağlar. Bir din değildir. Sadece bir felsefedir. Bu gün uzak doğuda Feng Shui olmadan taşınılmaz, işyerlerinde daha çok para kazanmak için kesinlikle uygulanır. Hatta ilişkilerde denge bile bu felsefeye göre düzenlenir. Feng Çince’de rüzgar, Shui ise Su demektir. Feng Shui uygulamasında belirli noktalara dikkat etmek gereklidir.



Evlerimiz, insan vücudundaki damarlar gibidir. Damarlarda tıkanmalar olduğunda kan yeterince akışını sağlayamaz ve belirli sıkıntılar oluşur. Hepimizin evlerindeki fazla eşyalar ve kullanılmayan yığınlar pozitif enerjinin geçişini ve rahatlıkla dolaşmasını engeller. Böylece evde, sıkıntılar oluşur. Huzursuzluk, para sıkıntısı, daralma, kavgalar hep bu nedenledir. Bu yüzden evinizdeki fazlalıkların boşaltılması gereklidir.



Feng Shui’ye göre salonunuzda yapacağınız bir kaç ayrıntı vermek gerekirse ; Salonunuzda bir yemek masası varsa tam arkasına masayı görecek şekilde bir ayna asın. Çünkü aynalar, bütün enerjileri yansıtmaları ile bilinirler. Böylece masa kurduğunuzda ve kalabalık yemek yediğinizde yemeğin bereketi tüm eve yansıyacak, bolluk ve bereket gelecektir.  Salonun güneybatı yönü zenginlik alanıdır. Bu alana küçük bir su fıskiyesi koyabilirsiniz veya kırmızı renk kullanabilirsiniz. Böylece eve bol para ve bereket çekersiniz. Salon içinde otururken eğer tuvalet ve banyoyu görüyorsanız bunu kesinlikle engelleyin. Canlı çiçekler veya küçük bir paravan ile bunu engelleyebilirsiniz. Ayrıca salonda kullanacağınız bazı kristaller, kötü enerjiyi emecektir.



Feng Shui’ye göre yatak odası dekorasyonunda ; Yatak odanızda bir banyo ve tuvalet varsa kapısı kesinlikle kapalı tutulmalıdır veya yapılmamalıdır. Banyolar genelde pozitif enerjinin kaçtığı noktalardır. Yatağınızın tam karşısına ayna koymak, fazla enerji yansıtacağından iyi uyuyamamanıza neden olabilir.  Yatak odanızda mümkünse az ayna veya yatağınızı görmeyen bir ayna kullanın. Ayrıca kirişlerin altına yatak yerleştirmeyin. Bu ayrılık enerjisini kuvvetlendirir.




Şimdide FENŞUİ ( Feng Sui )


Eger dürüst olursanız bu size gercekleri söyleyecek.

Cevaplarinizi bir kagida yazin ve burcunuzu asagida okuyun.

1 – Favori renginiz hangisi : Kirmizi – Siyah – Mavi – Yesil – Sari
2 – İsminizin ilk harfi ?
3 – Dogdugunuz ay?
4 – Hangisini daha cok seversiniz? Siyah mi Beyaz mi
5 – Sizinle ayni cinsiyette birinin adi?
6 – Favori sayiniz?
7 – Hangisine gitmek istersiniz? Kaliforniya – Florida ?
8 – Göl mü seversiniz Okyanus mu?
9 – Mantıklı bir dilek tutun.

Tüm sorulara cevap verince asağıya bakın.Ama kopya cekmeyin.

ı

ı

ı

ı

ı

ı

ı

ı

ı

ı

ı

ı

ı

ı

ı

ı

1 – Eger sectiginiz renk;
Kirmizi : Alarm durumundasiniz (acik/ uyanik) ve hayatiniz sevgiyle dolu
Siyah : Kapali ve agresif birisiniz
Yesil : Ruhunuz huzurlu ve rahatsiniz.
Mavi : Spontane, ask opucukleri ve sevkatli biriniz
Sari : Mutlu bir insansiniz.. Kotu modda olanlara iyi tavsiyeler veriyorsunuz.

2 – Eger bas harfiniz;
A-K Hayatinizda bolca sevgi ve dostluk var
L-R Hayatinizi maksimumda yasamaya calisiyorsunuz, yakinda hayatiniz yeniden
yeserecek.
S-Z Baskalarina yardim etmeyi seviyorsunuz. . Geleceginiz guzel

3 – Eger dogdugunuz ay;
Ocak – Subat – Mart : Yil sizin icin guzel gececek. Hic ummadiginiz birine asIk olacaginizi kesfedeceksiniz.
Nisan – Mayis – Haziran :Sonsuza kadar devam edecek bir sevgi iliskisine sahip
olacaksiniz
Temmuz – Agustos – Eylul :Cok guzel bir yil yasayacaksiniz ve hayatinizda koklu degisimlere sebep olacak deneyimler yasayacaksiniz.
Ekim Kasim – Aralik : Ask hayatiniz muhtesem olcak, ruh esinizi bulacaksiniz.

4 – Eger sectiginiz ;
Siyah : Hayatiniz bambaska bir yone dogru hareket
edecek.Sizin icin en iyi sey bu olacak ve bu degisimden memnun olacaksiniz.
Beyaz : Sizi tamamlayan ve sizin icin herseyi yapabilecek dostlara
sahipsiniz ama bunun farkina varmayabilirsiniz.

5 -seçtiğiniz kişi
Bu kisi sizin en iyi dostunuz.

6 -seçtiğiniz sayı
Bu sayi hayatinizda sahip oldugunuz en yakin arkadaslarinizin sayisini gosteriyor.

7 – Eger sectiginiz;
Kaliforniya : Macera seviyorsunuz
Florida : Yan gel yat bir tipsiniz. (uyusuk)

8 – Eger sectiginiz;
G? Sizin arkadaslarina, sevgilisine tamamen baglilik gosteren birisiniz.
Okyanus : Spontane ve insanlari mutlu etmeyi seven birisiniz.




Şimdide Doğduğunuz aya göre kişilik testi yapalım :)


OCAK ayında doğanlar:

Hırslı ve ciddi kişiliklerdir, öğrenmeyi ve öğretmeyi severler. İnsanların zaaflarını ortaya çıkarmayı severler ve çok eleştirirler. Akıllı ve planlı programlıdırlar, çok çalışırlar ve üretkendirler.Duyarlı ve derin hisleri olan kişilerdir, insanları mutlu etmeyi bilirler. Aşırı dikkatlidirler, zor heyecanlanırlar. Romantiktirler ama aşklarını ifade etmekte zorlanırlar. Çocukları severler, evcil ve sadık bir eş olurlar ve kıskançtırlar.

ŞUBAT ayında doğanlar:

Somut şeylere önem verirler, değişkendirler. Sessiz, utangaç ve ağırkanlıdırlar. Kendilerine güvenleri pek yoktur. Dürüsttürler ve özgürlüklerine düşkündürler.
Bazen saldırganlaşabilirler. Kesin olmayan şeylerden hiç hoşlanmazlar, inatçıdırlar. Hayallerinin peşinden giderler, batıl inançlara eğilimlidirler.

MART ayında doğanlar:

Çekici kişiliklerdir, utangaç ve tutucudurlar. Esrarengiz kişiliklerdir, cömert ve sempatiktirler. Rahatlarına düşkün, duyarlıdırlar, hizmet etmekten zevk alırlar. Kolay sinirlenmezler, güvenilirdirler, nezakete önem verirler.
İyi birer gözlemcidirler, kinci oldukları söylenebilir. Seyahat etmeyi severler, dikkat çekmeyi severler. Dekorasyona meraklıdırlar, tempolu müzikleri severler.

NİSAN ayında doğanlar:

Aktif ve enerji doludurlar. Çabuk karar verip çabuk pişman olurlar, şefkatlidirler. Mantıklıdırlar ve diplomatiktirler. İnsanları teselli etmeyi severler.
Dostlarının sorunlarıyla yakından ilgilenirler. Cesur ve maceraperesttirler, sevgilerini ve ilgilerini belli ederler. Hafızaları güçlüdür, baş ve göğüs hastalıklarına meyillidirler.

MAYIS ayında doğanlar:

Sert yapılıdırlar, kolay sinirlenirler, ilgi çekicidirler. Fiziksel güzelliğe önem verirler, motivasyona ihtiyaçları yoktur. Sistematik çalışırlar, hayal kurmayı severler.İleri görüşlüdürler, kolay sakinleştirilirler ve anlayışlıdırlar. Kulak ve boyun bölgeleri hassastır. Edebiyat ve sanatla ilgilidirler, evde oturmayı sevmezler. Çocukları çok severler.

HAZİRAN ayında doğanlar:

Aynı anda birden fazla şey düşünürler. Nazik ve tatlı dillidirler. Hassas ve kararsızdırlar.Komik ve eğlencelidirler. Konuşkandırlar ve kolay arkadaş edinirler. Kolay incinirler, grip olmaya yatkın bünyeleri vardır. Çok inatçıdırlar.

TEMMUZ ayında doğanlar:

İyi birer sırdaştırlar, bazen de anlaşılmaları güç olabilir. Aşırı gururludurlar, başkalarının düşüncelerine aşırı önem verirler. Kin tutmazlar, sempatiktirler.Yalnız olmayı severler, arkadaş sıkıntısı çekmezler. Kolay öğrenirler, zor ikna olurlar. Mide sorunları olabilir. Ağır işleri severler.

AĞUSTOS ayında doğanlar:

Şakalaşmayı severler, duyarlı ve ilgilidirler. Korkusuzdurlar ve liderlik özellikleri vardır. İlgi odağı olmayı çok severler. Romantiktirler.
Ruhbilimle ilgilenir, kolay provoke edilirler. Dikkatli ve tedbirlidirler, bağımsızlıklarına düşkündürler. Yol göstermeyi severler.

EYLÜL ayında doğanlar:

İyi birer konuşmacıdırlar. Sadık ve güvenilirdirler. Detaylarla uğraşırlar, sorumluluk almayı severler. Bilgi ve kültüre önem verirler. İnsanların hatalarını yüzlerine vurmayı severler. Sporu ve seyahat etmeyi severler. İlişkilerinde seçicidirler, hislerini kendine saklarlar.

EKİM ayında doğanlar:

Herkesle sohbet etmeyi severler, ilgi odağı olmak isterler. Yalancılığı yapmacıklığı sevmezler. Arkadaşlarına çok önem verirler. Çabuk kırılıp çabuk toparlanırlar.Bencildirler, kendiliğinden yardım teklif etmezler. Başkalarının düşüncelerine önem verirler. Duygusaldırlar ve kendine güvenleri gelişmemiştir.

KASIM ayında doğanlar:

Eğlenceli kişiliklerdir, çalışkan ve sorumluluk sahibidirler. Kontrolü ele almayı severler, sır saklamayı bilirler. Enerjiktirler ve çevrelerini motive eden kişilerdir. İyi birer liderdirler, içten ve yardımseverdirler.Adil davranırlar, sürprizleri severler. Hataları affetmezler, iradeleri güçlüdür. Derin duygularla severler, herkesi olduğu gibi kabul ederler.

ARALIK ayında doğanlar:

Sadık ve cömerttirler. Birlikte vakit geçirilmesi eğlenceli kişiliklerdir. Azimlidirler, sabırsızdırlar.Sosyal yönleri kuvvetlidir. Dostlarını kendinden fazla düşünürler. Kızgınlıkları uzun sürmez, sevildiklerini hissetmek isterler. Espri anlayışları gelişmiştir.

Gerek kendim gerekse etrafımdakiler doğrultusunda yaptığım izlenimlerde doğruluk payı var.Bakalım sizinki nasıl ?



Kaynak: Doğduğunuz aya göre kişilik analizi

Garip bilgilere devam Fizyonomi:yüz şekline göre kişilik belirleme sanatı :D


Yüz şekline göre kişilik belirleme Yüz okuma sanatı





Yüz okuma sanatı:
Yıllar boyunca beden yapısı ile psikoloji arasında ilgi kurmaya çalışan Çinli bilginler, yüz okuma sanatı olan ‘fizyonomi’yi geliştirerek yüz hatlarına göre karakter tiplerini sınıflandırdılar. Bu yönteme göre özellikle alın, burun, çene, kaş, göz ve dudaklar esas alınarak kişilik özellikleri hakkında tahminler yapılıyor. İşte yüz hatlarının simgelediği kişilik özellikleri…



ALIN
Kişilerin düşüncelerini geliştirme yöntemi hakkında bilgi veriyor. Geniş alın, güçlü bir hayal gücü ve entelektüel kişilik yapısını simgeliyor.



Dar alın ise kişinin dikkatli, zamanlamaya önem veren, matematiksel yetenekleri kuvvetli biri olduğunu anlatıyor. Bombeli bir alna sahip kişiler ise inisiyatif sahibi, uyumlu ve paylaşımcı olarak kabul ediliyor.

GÖZLER:
Hayata bakış açısını ve stres karşısındaki davranış şeklini anlatıyor. Çukur gözlü kişiler ciddi ve gizemli olurken, Gözleri yakın olanlar titiz, kararlı ve detaycı kişilik yapısına sahip oluyorlar.

Büyük gözler, açık sözlülüğü, kibarlığı ve sözüne güvenilirliği, Küçük gözler ise dikkatini kolay toparlamayı ve kapalılığı simgeliyor.

Düşük gözlü kişiler hayata iyimser bakmayı sevmezken, Patlak göz şekline sahip olanlar hayata karşı hevesli ve alıngan oluyorlar.

BURUN:
İş hayatındaki tercihleri ve para konusuna bakışı simgeliyor.

Geniş burun, iş hayatında kendine güvenen ve sosyal yapıyı Dar burun, kontrolcülüğü ve garanticiliği, Büyük burun, idealistliği ve lider olma isteğini Düşük burun, insanlarla iyi iletişim kurabilme yeteneğini, Yuvarlak ve şiş burun ise para konusunda başarıyı ve tasarruf düşkünlüğünü gösteriyor.

DUDAKLAR:
Düşünceleri ifadeyi ve cinselliğe bakış açısını simgeliyor.

Geniş ve düşük dudaklar kişinin cömert olduğunu ve cinsel yaşamını geniş hayal gücüyle renklendirebildiğini, İnce dudaklar, az ve öz konuşmayı, hırsı ve muhafazakarlığı simgeliyor. Aşırı büyük alt dudak ise kişinin tembel ve zevke düşkün olduğunu anlatıyor.

ÇENE:
Kendini savunma yöntemini ve saldırganlık düzeyini belirliyor. Geniş çene otoriterliği, acımasızlığı ve enerjiyi, Sivri çene, çabuk sinirlenen yapıyı gösteriyor.

İkiye ayrılmış çene, kararsızlığı Yuvarlak çene, enerjikliği ve tez canlılığı İleriye doğru çıkık çene, inatçılığı ve hoşgörüsüzlüğü simgeliyor.

KAŞLAR:
Hayata dair önemli kararların nasıl alındığı hakkında bilgi veriyor. Aşağıya doğru kaşlar, kişinin ilişkilerini ciddiye aldığını ve sahiplendiğini, Kalkık kaşlar hırslı biri olduğunu ve kolay sinirlendiğini, Uzun kaşlar güçlü ve mücadeleci kişilik yapısını, İnce kaşlar kolay vazgeçen ve esnek yapıyı, Birleşik kaşlar maceracılığı, Düz kaşlar ise iyimserliği simgeliyor.

KULAKLAR:
Çevresindekileri etkileme ve onlardan etkilenme düzeyini belirliyor. Büyük kulaklar, müziğe olan yeteneği, Normal kulaklar, ciddiyeti, Başa yapışık kulaklar, toplum kurallarına bağlılığı simgeliyor. Büyük ve kepçe kulaklı kişilerin ise konuşmayı çok sevdiği belirtiliyor.

YÜZ ŞEKLİ:
Kişinin duygusal ve zihinsel düzeyini belirliyor. Aşırı uzun yüzlü kişiler kibirli, Şişman yüzlüler maddiyatçı, eğlenceye rahatına düşkün, Kemikli yüze sahip olanlar çalışmayı seven ve ürkek, Zayıf yüzlüler, derin düşünceli ve dikkatli olarak kabul ediliyor.


Kaynak: Yüz şekline göre kişilik belirleme Yüz okuma sanatı yüz şekli ile kişilik testi




























































Kaynak: Yüz şekline göre kişilik belirleme Yüz okuma sanatı yüz şekli ile kişilik testi

Evet birazda garip bilgi lazım dimi Psişik Güçler :D








Şimdiki farkındalığımızın genişletilmesi ve bu konuda olan yeteneklere psişik güç denmektedir. Aslında hepimizin psişik yeteneği vardır, fakat bunları kullanmayı bilmiyor ya da farkında değilizdir. Hepimiz görme, duyma, işitme ve tatma, koklama, dokunma gibi beş duyu ile doğarız. Bu duyular dışında algılama, görme, duyma ve sezme yeteneği de vardır. Bazı insanlarda, küçüklükten itibaren bunlar fark edilir veya zaman içinde yavaş yavaş çıkabilirler.




Psişik güç nedir?




Psişik terimi, ruh anlamına gelen psişe kelimesinden türemiştir. Metafizik alanında, bedene bağlı ruha ilişkin veya ruhsal fenomenlerde kullanılır. Günümüzde parapsikolojik deyimi yerine psişik deyimi kullanılmaktadır. Çünkü psikoloji, tamamen zihin ile ilgidir. Medyumluk yeteneği olan insanlar telepati, telekinezi ve paranormal özellikleri olan insanlar için kullanılmaktadır. Psişik güçler ile bilgiler ezoteriktir. Yani gizli tutulur ve belirli insanlara anlatılır. Bunun nedeni, bu tarz güçlere alışık olmayan insanların belirli eğitim ve sindirme dönemi geçirmeleri gerektiğidir. Sezgisel zihinden gelen mesajlara açık olmak, sıklıkla bu konuda yapılan çalışmalardır. Sezgisel zihin beynin sağ tarafında, rasyonel zihin ise sol tarafta bulunmaktadır. Bu zihinler pozitif bir enerji yayarlar. Aynı şekilde de çevrede bulunan negatif enerjiyi de çekerler. Bu enerjiler titreşir ve bize bazı bilgileri de taşır. Tamamen bilimsel olarak açıklanan bu konularla uğraşan pek çok insan vardır.




Bilinen psişik güçlere örnek




Telekinezi; Cisimlerin düşünce gücü ile hareket ettirilmesidir.




Biyokinezi; Kendi vücudunu ve DNA’yı değiştirme gücüdür.




Terrakinezi; beyin gücü ile toprağa hükmetmektir.




Sonokinezi; Beyin gücü ile ses dalgaları oluşturmaktır.




Pyrokinezi; Beyin gücü ile ateşe hükmetmektir.




Aerokinezi; Beyin gücü ile havaya hükmetmektir.




Elektrokinezi; Beyin gücü ile elektriğe hükmetmektir.




Hidrokinezi; Beyin gücü ile sıvılara hükmetmek.




Fotokinezi; beyin gücü ile ışığa hükmetmek.




Magnetokinezi; Elektromanyetik ve manyetik alanları yönetmektir.




Termokinezi; maddeleri ısıtmak, eritmek gücüdür.




Vitakinezi; psişik tedavi yöntemleridir.




siz hangisisiniz :)





Kaynak: Psişik güçler

Birazda sanat TİYATRO



Tiyatro








Tiyatro, bir sahnede, seyirciler önünde oyuncuların sergilenmesi amacıyla hazırlanmış gösteridir. Genel olarak temsil edilen eser anlamında da kullanılır.

Tiyatro, bir sahne sanatıdır. Tiyatro eseri, olayları oluş yoluyla gösterir. Bu yönüyle konuşma ve eyleme dayanan bir gösteri sanatı olarak da tanımlanabilir. Yaygın hümanist bir deyişle tiyatro; insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatı olarak ifade edilir.

Tiyatro eserinin diğer türlerden en önemli farkı; diğer edebi eserler okumak ve dinlemek için yazılmışken, tiyatro oyununun sahnede seyirci önünde oynanmasıdır. Değer ölçülerini, izleyenin kanaat ve anlayışlarından alır. Göze görünür bir karaktere sahip olması, canlı olarak meydana geliş niteliğiyle toplum psikolojisine hitap eder. Temsil yeri ve eser, tiyatronun edebiyat öğesidir. Bu edebiyat öğesi yanında tiyatro kavramı içinde oyunculuk, sahne düzeni, ışıklandırma, dekor, kostüm, müzik gibi unsurların bütünlüğü söz konusudur.

Tiyatro metinlerine "oyun" metinleri yazan kişiye oyun yazarı (müellif) ve oyunu sahnede canlandıran kişilere ”oyuncu” (ya da daha genel olarak tiyatrocu) denir. Ayrıca eserin sahnelenmesinde görev alan sahne amiri, dekor ve kostüm sorumlusu, ışıkçı, suflör gibi diğer yardımcı elemanlar da vardır.










Tarihi




Erken dönem



Tiyatro, Yunanca theatron (θέατρον), yani "görme yeri" sözcüğünden gelmektedir. Çünkü günümüzdeki anlamıyla çağdaş tiyatronun tarihi bağ bozumu tanrısı Dionysos adına yapılan dinsel törenlere dayanmaktadır.
İlk tiyatro şenliği MÖ 534 yılında Atina'da yapılmıştır.[kaynak belirtilmeli] Antik çağ'da tiyatro, üst sınıfa özgü bir etkinlikti. Her yıl Dionysos'u kentin hangi ileri geleninin onurlandıracağına karar verilir ve bu kişi etkinlikleri düzenlerdi. Bu nedenle sosyal itibarla doğrudan ilgiliydi. Tanrı adına bir yarışma yapılır ve en iyi oyun, hazırlayan kişinin itibarını arttırırdı. Festival niteliğinden dolayı popüler olarak nitelendirilebilecek olan antik tiyatro, günümüze de örnekleri kalmış olan, genellikle amfitiyatro olarak adlandırılan sahnelerde sergilenirdi. Türkiye'de oldukça iyi durumda örnekleri olan bu amfitiyatroların boyutları, dönemin tiyatrosunun halk için önemini göstermektedir. Ayrıca, ilk tiyatro eserleri ile Yunan mitolojisinin el ele olduğunu söylemek gerekir. Bu nedenle bu iki alan birllikte değerlendirilmelidir.
Bu dönemde oyunlarda dekor ya da kostüm bulunmazdı. Sahne tamamıyla boş olur, baş roller de önemli kişiler tarafından oynanırdı. Bir de anlatıcı görevi gören "koro" bulunurdu. Günümüzde geçerli olan oyunculuk anlayışı yoktu ve ifade edilen duygular oyuncuların ellerinde tuttukları ve yeri geldikçe yüzlerine koydukları maskelerle belirtilirdi. Bugün tiyatronun simgesi haline gelen gülen ve ağlayan maskeler bu uygulamanın bir uzantısıdır. Nitekim, Yunan tiyatrosunda sadece iki tür oyun vardı: trajedi ve komedi.
Trajedilerde içerik daha çok Tanrılarla insanların çatışmaları üzerineydi. Dönemin dini inanışlarının sembolik bir ifadesi olarak, oyunlarda Tanrılar ile insanlar arasında doğrudan etkileşim normaldi. Bu mitik düzen tarih boyunca edebiyat eserlerini etkileyen bir nitelik olmuştur. Komedilerin ise çoğunlukla siyasi alay içerikli oldukları söylenebilir. Kullanılan dil ise yoğunlukla argodur.
Ayrıca bu dönem tiyatrosu Aristoteles'in "üçlü birlik" ilkesine dayanır: olay, yer ve zamanda birlik. Aristoteles'e göre oyunda baştan sona takip edilen tek bir hikâye olmalıdır. Ara hikâyeler ya bulunmamalıdır ya da çok az olmalıdır. Bir oyun tek bir yerde geçmeli, farklı yer ve coğrafyalara yayılmamalıdır. Sahne tek bir yeri temsil etmelidir. Olay örgüsü bir günden fazla bir zamanı kapsamamalıdır.





Orta dönem




Özellikle William Shakespeare'in ön plana çıktığı bu dönemde artık tiyatro dinsel niteliğini yitirmiştir ve popüler bir eğlence türü olarak dikkat çekmektedir. Antik Yunan'dan izler taşısa da, halkla olan doğrudan ilişkisi nedeniyle tiyatro yaklaşımları değişime uğramıştır. Komedi ve trajedi türlerine "tarihsel" oyunlar kategorisi eklenmiştir. Aristoteles'in "üç birlik" kuralından vazgeçilmiştir. Ayrıca tiyatro artık "profesyonel" bir etkinlik olmuştur. Shakespeare'in kraliçeden maddi destek aldığı ve kar üzerinden dönen bir tiyatro grubu olduğu bilinmektedir. Bu dönemde oyunculuk kavramı değişmiş olsa da, henüz kadın oyuncular bulunmamaktadır. Kadın rolleri genç erkek oyuncular tarafından oynanmaktadır. Shakespeare bunu özellikle kıyafetle cinsiyet değiştiren roller yazarak oldukça komik ve ironik hale getirmiştir




.Günümüz Tiyatrosu




Modern tiyatroya damgasını vuran önemli isimlerden biri belki de Konstantin Stanislavski'dir. 19. yüzyıl'ın sonralarına doğru "sihirli eğer" diye bilinen oyunculuk kuramını geliştiren Stanislavski özellikle gerçekçi akıma yön vermiştir. Söz konusu kuramda, oyunculardan kendilerini, canlandırdıkları karakterlerin yerlerine koymalarını ve bu şekilde seyirciye söz konusu duyguları vermeleri beklenmektedir.






Türleri






Tiyatro eserleri müziksiz (trajedi, komedi, dram) ve müzikli (opera, operet, müzikal, pandomim bale, revü, skeç) olmak üzere iki grupta toplanır. Edebi türler içinde en canlı ve yaşama en yakın olanı tiyatrodur.







Trajedi
Trajedi, kişilere korku, heyecan ve acındırma telkinleriyle ders vermek amacı veren en eski tiyatro çeşididir. Şiirsel olarak yazılması ve değişmez kurallara bağlı olması sebebiyle öbür tiyatro çeşitlerinden kolayca ayrılır. Yunan tanrısı Dionysos'un şenliklerinde yapılan yarışmalarda sahnelenen oyunlarla varolagelmiştir.
Klasik trajediler genellikle beş perdelik oyunlardır. Eski Yunan’da başlayan bu eserler 3 veya 6 perdelik olurdu. O zamanki tiyatrolarda dekor bulunmaz, ancak sahnenin bir köşesinde olayların sebep ve sonuçlarını anlatan bir koro yer alırdı.
Yine klasik trajedilerde, kahramanlar, kral, kraliçe, prenses, Eski Yunan’ın tanrı ve yarı tanrıları gibi en üst tabaka kişilerden seçilirdi. Orta tabaka ve basit halk adamlarına rastlanmazdı. Kahramanları arasında geçen olaylar insanların ruhsal zayıflıklarını, tutkularını, iradeye bağlı yüce davranışlarla çakıştırırdı. Özellikle karakterlerin bir "katharsis", yani arınma sürecinden geçmeleri gerekirdi. Bu da ancak farkında olarak ya da olmadan kahramanın büyük bir hata yapması, bu nedenle acı çekmesi ve bu süreç sonunda arınmış olarak doğru bir özü bulmasıyla olabilirdi.
Klasik trajedi Aristoteles tarafından kuramsallaştırılmıştır. Bu kurama göre olay, zaman ve çevrede birlik demek olan ”üç birlik kuralı” benimsenmiştir. İç içe girmiş karışık olaylar bulunmaz. Ayrıntıya girmeden tek bir olay gösterilir. Olayın ön ve son tarafları, sebepleri ve sonuçları gerektikçe konunun ağzından halka duyurulur. Buna “olay birliği” denir. Trajedi olayının bir günde (24 saat) olup bitmiş gibi gösterilmesine “zaman birliği”, tek bir şehrin belli bir köşesinde başlayan olayın yine orada bitmesine de “çevre(mekân) birliği” denir.
Trajedilerde parlak söylevleri andıran yüksek ve asil bir üslup kullanılır. Kaba, çirkin ve niteliği düşük sözler bulunmaz. Trajedi şairleri mısralarının derin manalı ve bilgelik dolu olmasına önem vermişlerdir
Trajedilerde kadere, ahlak, töre ve geleneklere üstün bir değer verilmiştir. Trajedinin amacının, “insanın acılarının ifade edilerek seyircilerin ruhunda korku ve merhamet uyandırılması” olduğu kabul edilmektedir. Bazı klasik trajedi örnekleri, Aiskhylos'un Titan Prometheus'un hikâyesini anlattığı Zincire Vurulmuş Prometheus'u, Sophokles'in Kral Oidipus'u ve Euripides'in Andromakhe'ı sayılabilir.
Yunan ve Roma dönemi trajedilerinin kuramsallaştırdığı bu kurallar daha sonra modern tiyatroda değiştirilmiştir. Bazı oyun yazarları özellikle bu kurallarla oynayarak farklı türler yaratmıştır. Bunlara örnek olarak Bertolt Brecht ve Epik Tiyatro verilebilir.
Drama
Trajediyle komediyi bir araya getiren tiyatro çeşididir. Modern tiyatronun sürekli olarak aristokrat zümrenin yaşayışını veya sadece hayatın gülünç taraflarının sahneye konmasını yeterli bulmayarak hayatı birçok tarafıyla temsil etme arzusundan doğmuştur.
Dram, düzyazı ve şiirsel halde yazılabildiği gibi üç perdeden beş perdeye kadar olabilir. Üç birlik kuralını tamamen reddeder. İnsani temalardan çok toplumcu ve milli konuları işler. Konular da çok çeşitli olabilir. En kanlı ve çirkin ya da gerçekçi olayları seyirciye göstermekten çekinmez.
Konuları tarihten ve hayatın acıklı veya gülünç, çirkin veya güzel hemen her olayından alınabilen dramda kader, umut, neşe, kuşku, tasa, facia ve komik davranışlar bir arada bulunabilir. Kahramanları her sınıftan (halk - soylu ayrımı gözetmeksizin) seçilebilir. Her türlü karaktere yer verilir. Dram eserleri gerçekleri göstermeyi amaçlamışlardır.
Dramın ciddi ve ağırbaşlı yazılmış şekline “piyes”, duygulandırıcı ve fazla heyecan verici olanına “melodram” denir. Melodram müzikli oyun demektir, yalnız günümüzde müzik kısmı atılmıştır. Bununla birlikte yine dram türlerinden olan "feeri" ise bir masalın sahneye konulmuş şeklidir. Kahramanları cin, peri, dev gibi düşsel varlıklardır. Olayın geçtiği yer ve zaman belli değildir.
Komedi
• Hayatın ve insanların gülünç yanlarının sergilenmesine dayanan komedyada amaç, seyirciyi güldürürken düşündürmektir. • Güldürmek esasına dayanıldığından üslûpta bir serbestlik göze çarpar. Her türlü kaba söze ve şakaya yer verilir. • Kahramanlar genellikle halkın arasından seçilir. • Konular günlük hayattan alınır. • Kavga, yaralama gibi eylemler sahnede canlandırılır. • Diyalog ve koronun birbirini takip ettiği komedyada beş bölüm ara verilmeksizin oynanır. • Üç birlik (bir olay, bir gün, bir mekan) kuralına uygun yazılır. • Manzum olarak düzenlenir. Eski Yunan’ da komedya türünde ön plana çıkan şairler, Aristophanes ve Mennadros’ tur. Latin edabiyatında Plautus, komedi türünde eserler yazmıştır. Moliere ise bu türde çok başarılı ürünler vermiştir. Fransız oyuncudur. Komedi içeriklerine göre üç gruba ayrılır: 
1. Töre Komedisi 
2. Entrika Komedesi 
3. Karakter Komedisi
1. Töre komedisi: Toplumun eksik, aksak yönlerini, töre ve geleneklerdeki tutarsızlık ve yanlışları eleştirel bir dille ele alan oyunlardır. 
2. Entrika Komedisi: Şaşırtmaca ve kandırmacaya dayanan bir komedi türüdür. Merak ögesinin ön planda olduğu bu komediler, insanların birbirini aldatma çabalarıyla doğan gülünçlükleri ele alır. 
3. Karakter Komedisi: İnsan karakterlerindeki gülünçlükleri ele alır. Daha çok tiplerin kahraman olarak işlendikleri oyunlardır. Bir kahramanın bir karakter özelliği abartılarak sunulur. Açgözlülük, cimrilik, kıskançlık, duygusallık gibi özellikler ve bunların doğurduğu gülünç durumlar anlatılır. Moliere’ nin ‘’Cimri’’, Shakespeare’ nin ‘’ Venedik Taciri’’ oyunları karakter komedisine örnektir.
Opera
Opera, insanların konuşmak yerine tiyatro oyununu şarkı söyleyerek sahneye koymasıdır. Operanın tiyatrodan ayrılan başlıca özelliği, bir müzik bölümünün de bulunmasıdır.
Pandomim
Düşünce ve duyguları müzik veya türlü eşyalar eşliğinde bazen dansla, bazen de gövde ve yüz hareketleriyle yansıtmayı hedefleyen sözsüz oyun türüdür. Yüz mimikleri, el, kol ve beden hareketleri kullanılarak tema anlatılmaya çalışılır. Pandomim (mim), evrensel bir tiyatro dili sayılır.
Tuluat
Tiyatro türlerinden biridir. Sanatçılar, oynadıkları eserin konusuna bağlıdırlar; ama oyundaki sözleri içlerinden geldiği gibi söyleyerek, doğaçlama yaparlar. Yazılı esere uymak mecburiyetleri yoktur. Perdeli orta oyunu da denir.[1]
Operet
Sözlerinin müziksiz kısımları müziklerden çok olan tiyatro eserleridir. Halka hitap etmek için yazılır. Operetlerde renk, ışık, kıyafetler ve dans en göze çarpıcı şekilde kullanılır.
Müzikal
Kendine özgü, yalın bir olay örgüsü olan, müzik, dans ve diyalogların olaylarla bütünleştiği duygusal ve eğlendirici sahne gösterisi ya da oyundur.
Bale
Müzikli, dansın daha çok öne çıktığı, daha çok lirik ve dram arası bir temada oynanan oyunlardır. Diğerlerine nazaran estetiğe daha çok önem verilir.
Revü
Olaylı eleştirili yapılan tiyatro türüdür. Konu açısından bir bütünlüğü olmayan, birbirlerine gevşekçe bağlanmış, kendi başlarına anlamlı olan, tablolardan kurulu, ezgi, monolog, skeç, dans ve karşılıklı nükteli konuşmalardan oluşan bir gösteri biçimidir.
Skeç
Beş-altı dakikaya sığdırılan tablolar şeklinde kısa, müzikal oyunlardır. Skeçlerin bir diğer çeşidi ise radyo skeçleridir.
Bazı tiyatro terimleri


Perde
Bir sahne eserinin her bir bölümüne verilen isimdir.
Jest-Mimik 
Jest herhangi bir olayı açıklamak için oyuncunun yaptığı el kol hareketleridir. Mimik ise herhangi bir olayı açıklamak için oyuncunun yaptığı yüz hareketleridir.
Suflör 
Oyunculara, rollerinde unuttukları sözleri seyircilere duyurmadan hatırlatan kişidir.
Aktör
Erkek Tiyatro oyuncusu
Aktris
Kadın tiyatro oyuncusudur.
Replik
Sahne oyunlarında konuşanlarının birbirine söyledikleri sözlerden her biri
Rejisör
Tiyatro ve sinemada oyuncuların rollerini dağıtıp oyunu düzenleyen yönetmen.


Kaynakça
Başlangıçtan Günümüze Dünya Tiyatrosu, (Der. Erkan Çelebi), Düşünen Adam Yayınları, İstanbul 1992.

15 Mart 2013 Cuma

Hey Size Diyorum

Herkese İYİ GECELER UYUMA VAKTİM GELDİ ARTIK :)

Yav olmazki ama

daha yeni kurmuşum blogu ama biriside hayırlı olsun demiyor ama saolun ziyaretleriniz yeterince şaşırttı beni ama bi yorum yapın kardeşim şu bilgiyide bi paylaşırmısın diye yada saolasın ellerine sağlık diye olmaz ki ama :(

ve dünyanın en güzel hobilerinden birisi BİLARDO

                                              BILARDO TARIHI


Bilardo acik alanda oynanan bir oyun olarak 14. yy'da ortaya cikti. Cesitli kaynaklara gore ilk bilardo masasi 1470'te goruldu. Oyunun yayginlasmasi ise Louis 14'un saltanat doneminde gerceklesti. Oyun halk arasinda da sikca oynanmaya basladi ve bilardo uzerine ilk kitaplar 17.yy'da Ingiltere ve Fransa'da yazildi.
Oyunda kullanilan sopalarin ucu kivrikti ve "bilardo" diye adlandiriliyordu.Eskiden istakalar ince degildi ve kalin uc yuzeyleri toplari iskalamamayi sagliyodu. Oyunda istaka disinda "mace" adi verilen ve hokey sopasina benzeyen yardimci araclar da kullaniliyordu, fakat banta yakin toplarda vurusu zorlastirdigindan bunlarin kullanimindan vazgecildi. Istakalarda en buyuk gelisme, 1818'de kosele uc ve tebesir kullaniminin baslamasiyla gerceklesti. Iki parcali istakalar ise ilk kez 1829'da uretildi. 1834'te arduvaz, 1845'te kaucuk bantlar bilardo masasina uygulandi ve daha sonra merkezi agirlik merkezi ile cogu zaman farkli olan fildisi toplarin yerine sentetik toplar kullanilmaya baslandi.
Bilardoda kullanilan araclardaki tum bu teknik gelismeler, bu zamana kadar delikli masalarda oynanan oyun turunun disinda, oynanmasi daha guc olan karambol ve uc bant gibi disiplinlerin ortaya cikmasinda buyuk rol oynadi. 2. Dunya Savasi'ndan once Avrupa, Asya ve Latin Amerika'da hala populer olan karambol bilardo, ABD'de yerini uc bant bilardoya birakti. 1910 yilindan 1950'lere kadar uc bant bilardoda uc Amerikali soz sahibiydi. Bunlar Jake Schaefer, Welker Cochran ve Willie Hoppe'tu. Amerikalilarin uc banttaki bu ustunlugune 1962'den beri uluslararasi turnuvalarda buyuk basarilar kazanan, kendi atis sistemlerini gelistiren ve tum zamanlarin en iyi oyuncusu olarak gosterilen Belcikali Raymond Ceulemans son verdi.



DUNYADA BILARDO





Gecmisini tarihce bolumunde inceledigimiz bilardo sporu, gunumuzde buyuk insan kutlelerinin ilgi odagý olmus, nazik bir salon sporu huviyetine kavusmustur.
UMB (Dunya Bilardo Birligi) uc toplu deliksiz bilardoyu, WPBA (Dunya Pool Birligi) ise cok toplu delikli (Pool) bilardo disiplinlerini, organize etmeye çalismaktadir. IBSF (Uluslararasi Snooker bilardo Konfederasyonu) ise Snooker bilardonun organizesini yapmaktadir.
Bu uc kurulusun birlesmesi ile kurulan WCSB ise bilardo sporunu olimpiyatlara tasimaya calismaktadir. Zira IOC (Uluslararasi Olipiyat Komitesi) bilardo ile ugrasan konfederasyonlarin tek bir cati altinda toplanmasini sart kosmustur.
BWA (Dunya Bilardo Dernekleri Birligi) ise profesyonel bir yaklasimla ve sadece 3 bant disiplini ile ilgilenmektedir.
Amator ve profesyonel kuruluslar arasinda yasanan hakimiyet ve cikar savasi, su anda Dunya bilardosunun en onemli problemi. Bu savas yeni federe olan ulkemiz bilardosunuda yakindan ilgilendirmektedir.
3 toplu bilardo da, Dunya bilardosunda onde gelen ulkelerin basýnda Almanya, Hollanda, Fransa, Ýsvec, Belcika, Ispanya gibi ulkeler gelmektedir. Kulupler arasi deplasmani bilardo liginin bulundugu bu ulkelerde, bayanlarda yogun olarak bilardo oynanmaktadir.
3 topla bircok disiplin olmasina karsin 3 bant disiplini su anda en populer duruma gelmistir. 3 topu temel disiplini olan Karambol ise yavas yavas olmekte. Su anda bu disiplinde Avrupa ve Dunya sampiyonasý sadece juniorler seviyesinde yapilmaktadir. Televizyonlarin ve sponsorlerin ilgisizligi yuzunden ragbet gormeyen Karambol tarihe karismak uzere.
Cok popüler oldugunu soyledigimiz 3 bant disiplini ise cazibesini henuz tam olarak cözümlenemeyisinden almaktadir. Cok zor ve zevkli olan bu disiplinde, ulkemizde super sporcusu Semih SAYGINER ile, Dunya'da soz sahibidir. Halen profesyonel siralamada, Dunya'nin en iyisi olarak kabul edilen Ýsvec'li Thorbjorn BLOMDAHL`in, sampiyonumuza karsý son bir senede sadece bir galibiyeti, buna karsi ise tam 5 maglubiyeti bulunmaktadir.
Belcika'li buyuk usta Raymond CEULEMANS'in yasinin bir hayli ilerlemis olmasina ragmen hala zirveyi zorlamasi ise gercekten takdire sayan.
Fransa, ücbantta Bitalis ile sesini duyururken, Ýtalya, Marko Zanetti, Hollanda Djck JASPERS, Japonya Kobayashi, Comari, Avusturya, Pills, Danimarka CARLSEN ile zirveyi zorlamaktadir.



BILARDO KURALLARI



GENEL KURALLAR: 
1. Musabakalar artistik haric tum branslarda, bant atisiyla baslar. Topu kisa banta yakin birakan oyuncu, oyuna baslama veya rakibini baslatma hakkina sahip olur. Bant atisini kazanan oyuncu, top secme hakkina da sahip olacaktir. 
2. Tum branslarda asagıda belirtilen kurallar faul olarak kabul edilip, oynama hakki rakip oyuncuya gececektir. Faullu vurus sonrasinda sayi olsa bile gecersiz sayilacaktir. 
a) Toplardan herhangi biri hareket halindeyken yapilan vurus gecersizdir. 
b) Oyuncunun toplardan herhangi birine elinin, kolunun veya kiyafetinin (kazak, gomlek, kravat, v.s.) temas etmesi, ya da tebesir dusurerek toplara temas ettirmesi fauldur. Oynama hakki rakibe gececektir. 
c) Toplardan herhangi biri masa disina cikar veya kupesteye temas ederek masa icine duserse fauldur. Oynama hakki rakibe gecer. Sayi alinmissa gecersizdir.Cikan top istaka topu disinda bir topsa orta noktaya yelastirilir. Eger istaka topu masa disina cikmissa acilis bolgesinin ortasina yerlestirilir. Ender gorulebilecek bir durum olan uc topun birden cikmasi halindeyse acilis yapilmaz, kirmizi top acilistaki yerine, rakip oyuncunun topu orta noktaya, istaka topu ise acilis bolgesinin ortasina yerlestirilir. 
d) Yanlis topla oynandiginda sayi gecersizdir. Oynama hakki rakip oyuncuya gecer. 
e) Atis yapilacak topun diger toplardan birine yapismasi halinde, yapisan top gorulerek oynanamaz. Boyle bir durumda yapısan topun fazla hareket etmemesi kosuluyla pike veya brikol atilabilir.
3. Bant atisi ile birlikte toplara hakemden baskasi dokunamaz. 
4. Oyun suresince normal mola suresi 3 dakikadir. Bu mola hakki macin ortalarinda hakem tarafindan oyunculara iletilir. Taraflardan sadece birinin istegi ile bu yasal mola hakkinin kullanilmasi zorunludur. Bunun haricinde bir sebeple mola istegi, hakemin insiyatifine baglidir. Hakem oyunu fazla geciktirmeden bitirmek zorundadir. 
5. Rakip oyuncu vurus yapmak uzere iken, konsantrasyonunu bozabilecek gurultuler (tebesir surmek, istaka ucu zimparalamak v.s.) yapilmamalidir. 
6. Rakibin oyunu oturarak izlenmelidir. 
7. Musabakalarda her oyuncu kendi tebesiri ile oynamali ve sira kendisinde degilken tebesirini masada birakmamalidir. 
8. Musabaka boyunca mecbur kalinmadikca rakiplerin birbirleri ile konusmamasi gerekir. Sorunlar ya da istekler sadece hakem araciligi ile cozulmelidir. 
9. Tertip komitesince belirlenecek kiyafet zorunluluguna uymak gerekmektedir. 


Birazda eğlenceli konular Karikatür :)


Karikatür Nedir ?
Karikatür kelimesi köken olarak Fransızca (caricature) bir kelimedir. Sözlük anlamı olarak;
  1. İsim insan ve toplumla ilgili her tür olayı konu alarak abartılı bir biçimde veren, düşündürücü ve güldürücü resim
  2. Beceriksizce yapılmış şey, taslak
Anlamlarına gelmektedir. Karikatür tanım olarak ise;
“Bir kişinin bir şeyin ya da bir olayın tuhaf ve gülünç taraflarını meydana koyacak şekilde yapılan resimdir”
Karikatür, bir resim sanatıdır. Karikatür çizenlere, “Karikatürcü” veya“Karikatürist” denir. Karikatürlerin amacı şaka etmek, alay etmek, küçük düşürmek veya güldürmek olabilir. Karikatür Edebiyattaki mizah ve yerginin resimdeki şeklidir.
Dünyada çok eski dönemlerden beri karikatür yapıldığı bilinmektedir. Pompei ve Herculanın kazılarında duvar ve vazolarda çeşitli karikatür örneklerine rastlanmıştır. Gazete ve dergi yayıncılığının gelişmesi ile Karikatür sanatı 19.Yüzyılda gelişmeye başlamıştır.
Türkiye’de ilk Karikatür
Türkiye de ilk Karikatür Teodor Kasap’ın 1870’te çıkardığı Diyojen Dergisinde görülmüştür. Tanzimat döneminden sonra gazete ve dergilerin çoğalması ve baskı tekniklerinde ki ilerleme anlatım aracı olarak grafik sanatlarından yararlanmayı yanında getirmiştir. Gazetelerde dergilerde haberleri betimleyen ya da destekleyen çizimlere yer verilmiştir. Bu kullanım bir süre sonra batı da olduğu gibi eleştiri ve güldürme amacı ile kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye’de ilk karikatürist Cem adında ki bir ressamdır. Çıkardığı Cem dergisinde batı anlayışına uygun olarak Osmanlı Devletini ve idarecilerini hicvetmiştir.
Karikatür günümüz Türkiye’sinde yaygınlık açısından en önde gelen sanat dallarındandır. Ülkemizde birçok başarılı karikatürist yetişmiş ve birçok başarılı karikatür dergisi bulunmaktadır.

Ha Şimdi String Teorisinde kısaca geçen M Teorisi ne diceksiniz :D

Resim
Şekil 1 Süperevren modeli.

Bilim insanları evreni anlayabilmek için büyük emekler vermektedirler. Evrendeki her şeyi kapsayan bir teori oluşturmak için çırpınıp durmaktadırlar. Sanırım sicim kuramlarını birleştiren M kuramı bu işe epey yaklaşmış bulunmaktadır. M kuramını anlamak isteyenler TRT2’de ki Türkçe belgeseli netten seyredebilirler. Bu belgeselde 11. boyut sayesinde hem 5 sicim kuramını birleştirmişler hem de kütle çekimini açıklamaya çalışmışlar. Bende oradaki bilgileri kullandım. 
Önce Hawking’in tanımlarını iyi anlamak gerek. O bizim evrenimizin çok ötesinde ama çok yakın bir hiperevren tanımlaması yapmaktadır. Bunların haricinde içinde eşizlerimizin bulunduğu "kobold evrenler” olmalı demektedir. Hatta içinde yaşayanları gölge insanlar olarak nitelemektedir. Hatta bu eşizlerin bizleri etkilediği dahi düşünülmektedir. 
Belgeselde anlatılan evren modelini hayal etmek pek zor değil. Şekillerde bu evreni anlatmaya çalıştım. Aslında hayal etmek zor değil ama bunu başkasına anlatabilmek epey zor görünüyor.. 
Şekil 1’de tam ortada olan bölge 11. boyut bölgesidir. Burası kütleden muaf ve saf enerjiden oluşmaktadır. Bu bölge menbran bölgesidir. 11. boyutun her iki tarafında kalan bölgeler madde ve karşımadde yönlerini göstermektedir. Bu iki taraf beraber oluşmak zorundadır. Bu zorunluluktur. Çünkü yoktan kütle yaratılması ancak o zaman mümkün olabilmektedir. Ben anlatımlarımda çoğunlukla madde yönünü kullanacağım ama iki tarafında aynı şekilde olduğunu bilmek gerekir. Bu iki evren tek noktada patlatılarak iki yöne doğru fışkıran maddelerden oluştu. Patlama tam olarak 180° bir açıyla madde ve karşımadde evrenlerini birbirinden ayırttı. Artık birbirlerini algılayamaz duruma geldiler. 
Resim
Şekil 2 Dalga-parçacık ikiliği. Parçacıklar kütle olarak azaldıkça dalga titreşimi olarak artmaktadır. Bir nevi madde özelliği dalga özelliğine dönüşmektedir.

Şekil 1’de 1’den 7’ye kadar olan kuantum katları 4. boyuttan 10. boyuta kadar evrenleri içermektedir. En alt düzeyi olan astral dünya ise bizim içinde yaşadığımız madde evrenimizin var olma şartlarını belirler. Yani evrenimiz astral dünyaya bir şekilde bağlıdır. (“Astral” ismi başka bir tanımlama olmadığı için kullanılmıştır) Bu bağlı olma durumunu bir nebze anlayabilmek için hologram teknolojisini bilmek gerekir. Hologram; iki boyutlu bir filmden üç boyutlu görüntü çıkarma teknolojisidir. İşte bizlerde iki boyutlu astral dünyanın üç boyutlu yansımasıyız. Elbette basit hologram teknolojisinden çok daha ileri bir durum yaşamaktayız. (Astral dünya ile, şekil 1’de kuantum dünyalarının en alt düzeyini kastediliyor.)
Bu arada bir konuya açıklık getirmem gerek. Yeni evren tanımları yapmam gerek yoksa kavram karmaşası yüzünden konu anlaşılmaz olabilir. Ben evren derken, şekil 1’de “3 boyutlu bizim evrenimiz” ya da “diğer madde evrenler” ile gösterdiğim kabarcıklardan bahsetmiş olacağım. Şeklin tümünü ise “süperevren” ismiyle adlandıracağım. Birde Hawking’inde bahsettiği “hiperevren” tanımım olacak ama onu daha sonra açıklayacağım. 
Dünyamızda gördüğümüz her şey kuantum dünyasının en alt katındaki astral dünyanın hologram yansımasıdır demiştik. Bu şu anlama gelmektedir. Evrenimiz ve içindeki her şey gerçek olan başka bir kuantum dünyasının yansımasından başka bir şey değil. Yani bizler gerçek değiliz ama yapı olarak kendimizi gerçek gibi algılıyoruz. Şöyle bir benzetme yaparsam daha iyi anlaşılacağını umuyorum. Dünyamızda gördüğümüz atomlar aslında boyutsuz ama kütlesi olan enerji parçacıklarının bir yansımasıdır. Bu enerji parçacıklarına kuant diyoruz. Bizler atomaltı parçacıklara doğru indiğimizde o parçacıkların boyutsuz olduğunu görebilmekteyiz. Boyutsuz proton, nötron ya da elektronun boyutlu bir cisim oluşturması beklenemez. Oysa kendimizi üç boyut olarak görebiliyoruz. İşte bu durum tamamen o parçacıkların evrenimizdeki hologram yansımasından oluşmaktadır.



Şekil 3 Faz salınımları sebebiyle çarpışan menbranlar her çarpışmada bir evren çifti oluşturur.

M kuramına göre büyük patlama; 11. boyutta yüzen menbranların birbiriyle çarpışmasından oluşmuştur. M kuramında kütle çekimini anlatırken “bizden olmayan menbran” deyimiyle bahsettikleri bir menbran daha vardı. İşte o menbranın karşımenbran olduğunu söylüyorum. Kuramda çarpıştığını söyledikleri iki menbrandan biri karşımadde menbranken diğeri madde menbrandır. Aslında bu menbranlara madde özelliği vermemek gerek. Onun için bizim maddelerimizin oluştuğu menbrana “menbran” karşımaddenin oluştuğu menbrana ise “karşımenbran” demek gerek. Çünkü bu menbranların kütleleri yok. Onlar sadece enerji kökenlidir. Fakat birbirleriyle çarpıştığında madde ve karşımadde oluşturabilmektedirler. Yani maddeyle karşımadde birleştiğinde ne oluyorsa bu menbranların çarpışmasında tam tersi oluyor. Böylece çarpışma sonucu madde ve karşımadde oluşturup ikiz evren oluşturmaktadırlar. Bu durumu açmadan önce kuantum dünyalarındaki parçacıkların yapısından bahsetmek gerek. 
Şekil 1 deki kuantum dünyaları kütleleri gittikçe küçülen ama ona karşılık dalga titreşimleri gittikçe artan bir parçacık yapısına sahiptir. Bu parçacıklar atomaltı bir yapıdadır. Şekil 2’yi anlamaya çalışırsak durumu bir nebze kavrayabiliriz. En dışta olan en büyük parçacık atom en alt düzey olan astral dünyanın elemanıdır. Bir üst eleman ise aslında kütle olarak daha küçük olmasına rağmen dalga titreşimi olarak daha büyüktür. Şekilde ki gösterimde alınan atom, proton, kuark, nötrino isimleri sırf durumu anlatmak içindir. Gerçi atom, proton ve kuark tespit edilmiştir. Onlarla ilgili sorun yok ama daha alt parçacıkları bilim insanları benden daha iyi oluşturabilir.
Resim
Şekil 4 iki sarkaç zıt yönlere doğru 180° salınırken “SIFIR” noktasında aynı değeri alırlar.

Şekil 2’yi biraz açmak istiyorum. Çünkü bu yapı maddenin yapısını anlatmaktadır. Atomaltı dünyada her parçacığa bir dalga da eşlik etmektedir. Buna parça dalga ikiliği denmektedir. İşte bu yapı onu göstermektedir. Kütle yapısı olarak en dışta olan parçacığın dalga titreşim hızı en düşük olmaktadır. Bu her katmanda değişmekte ve en son 11. boyutta kütlesiz ve saf dalga olan parçacıklara dönmektedir. Aslında 11. boyutta artık parçacık değil de menbran olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında sicim teorisine göre 10. boyutta da bu parçacıkların bir boyutlu sicimler oldukları gözükmektedir. Demek ki parçacıklar evrim geçirerek boyutsuz ama kütleli parçacıklardan, iki boyutlu ama kütlesiz menbranlara dönüşmektedir. Bu tanım “M Teorisi'ne göre, evren iki boyutlu bran'larla kaplı. Bu branlar için üçüncü boyut, bran'ların frizbi plakları gibi, içinde oradan oraya uçtukları ve hiç birbirlerine çarpmayacakları büyüklükte bir "hiperuzay". "Üç boyutlu kütlecikler" hiç fark edilmeden dört boyutlu bir uzaya, "dört boyutlu kütlecikler" beş boyutlu bir uzaya v.b. giriyorlar.” Tanımının karşılığı olabilir. Benim menbran dediğim şeylere Hawking bran demektedir. Ben menbran deyimini tercih ediyorum. Çünkü sonuçta 11. boyutta oluşan şey menbrana benzemektedir. 
Aslında bu yapıyı ayrı ayrı parçacıklar gibi düşünmemek gerekir. Şekil 2’deki her parçacık şekil 1’deki kuantum katlarında bir karşılığı var ve o kata denk gelmektedir. Şekildeki iç içe tüm parçacıklar aynı anda tüm kuantum dünyalarında var ama birbirlerini dalga titreşim farkından dolayı algılamazlar. Birbirlerini algılamamalarına rağmen birbirlerine bağlıdırlar. Bu bağ kütle çekimi dolayısıyla olmaktadır. (Kütle çekimini daha sonra açıklayacağım.) Yani biz en dıştaki atomu ittiğimizde içteki parçacıklarını da itmiş oluruz. Tüm parçacıkları ile hareket eden parçacıklar yumağı hem parçacık, hem de bir dalga yumağı gibidir. İşte fizikçileri şaşırtan bu yapıdır. Hatırlarsanız bir parçacığı gözlemlemediğimiz sürece dalga veya parçacıklar olasılık olarak var olmaya devam eder ama gözlem yaptığımız anda parçacık tercihini yapar. Aslında biz her iki etkiyi aynı anda ölçebilecek bir deney yapabilsek hem dalga hem de parçacık olduğunu görebilirdik. Schödinger'in kedisi kurgusal deneyindeki durum tam doğru değildir. Biz hangi deneyi yaparsak ya da neyi görmeye çalışırsak onu görürüz. Oysa her parçacık her iki durumu da saklamaktadır. Parçacığın %50 ihtimalle dalga olma olasılığı yoktur. Hem %100 dalga hem de %100 parçacıktır. Bu durum kuantum parçacıklarının doğal özelliğidir. Fizikteki çift yarık deneyini hatırlarsanız; bir fotonun iki ayrı delikten birden geçtiği gibi bir sonuç doğurmaktaydı. İşte aslında parçacık gönderdiğimizi düşündüğümüzde beklemediğimiz bir sonuç olmasına karşılık. Hem parçacık hem de dalga gönderdiğimizi düşünürsek. Tek tek atış yaptığımız durumda da arka ekranda dalga girişim modeli oluştu. Bu durum elektron ya da fotonun dalga parçacık yapısından kaynaklanmaktadır. Elektron aynı anda hem bilardo topu hem de tam bir su dalgası gibi hareket eder. Onun için iki delikli deneyde tek tek atış yaptığımız halde ekranda girişim modeli oluşmuş oldu. Eğer gözlem yapmaya kalkarsak sisteme müdahale etmiş oluyoruz.
Resim
Şekil 5 Sayı doğrusu bize evrendeki her şeyi matematikle anlayabileceğimizi söylüyor.

Her parçacık bir enerjidir. Bunun hesabını yapabilmek için Einstein’ın ünlü formülünü kullanabiliriz E=mc2. Eğer parçacığın kütlesiyle dalga titreşim hızını ölçebilirsek formülde yerine koyarak enerjiyi bulabiliriz. Einstein bu formülü evrenimizdeki parçacıkların (atom) enerjisini bulmak için oluşturmuştu. Ayrıca formüldeki hızı ışık hızı olarak kullanmıştı. Bizim dünyamızda hız kuantum dünyalarında dalga titreşim hızına karşılık gelmektedir ve dalga titreşim hızının en düşük olduğu yer olan astral dünyada 300.000 km/sn kadardır. Yani aslında E=mc2 özel bir durumdur. Kuantum dünyalarındaki genel durumun dünyamıza yansıyan özel halidir. 
O zaman her kuantum katına karşılık gelen dalga titreşimini bulursak parçacığın kütlesiyle formülde yerine koyarsak o katmandaki parçacığın enerjisini bulmuş oluruz. Formül E=mv2 haline döner. Bu durumda kuantum dünyalarındaki parçacıkların dalga titreşim hızları ışık hızı üzerinde olmak zorundadır. 11. Boyuta doğru gittikçe hız artmakta ve sonuçta menbranın hızına ulaşmaktadır. Dalga titreşim hızları ışık hızının üstünde olan parçacıkların varlığı bilinmektedir. 11. boyuttaki menbranların dalga titreşim hızları tespit edilirse kuantum katlarındaki parçacıkların yapısı ve durumları tam anlaşılır olacaktır. 
M kuramında menbranların çarpışmasıyla oluşan kabarcık evrenlerden bahsedilmektedir. Fakat her kabarcık evrene karşılık karşıevrende oluşmak durumundadır. Şekil 1’de oluşan süperevrenlerden bahsediyorum. Şekildeki ikiz evrenler beraber oluşmak zorundadır.
M kuramına göre sonsuz uzayda gezen menbranların birbirleriyle çarpışması sonucu evrenler oluşmuş denmektedir. Ben bu tanımlamaya pek katılmıyorum. Menbranlar sonsuz uzayda değiller. Onlar 2 boyutlu bir uzaydalar ve salınmaları söz konusu değildir. Fakat kuantum dünyalarından onlara doğru bir akım olmuş olabilir. Bu akım menbranın kendisini değil ama fazının salınmasını sağlıyor olmalıdır. Şekil 3 ve 4’de bu durumu anlatmaya çalıştım. Hem menbran hem de karşı menbran faz salınımı yapar. Menbranların farklı olan faz değerleri salınım yaparken arada bir aynı değere gelirler. İşte o anda menbranlar birbirini algılar ve büyük patlama oluşur. Aslında iki menbranda aynı iki boyutlu uzayı paylaşmaktadır. Olayı daha iyi anlayabilmek için şekil 4’deki sarkaçların salınımını anlamak gerek. Her sarkaç 180 derecelik bir salınım yapar ve birbirlerine ters yönde hareket ederler. İşte her salınımda sıfır değerini aldıklarında birbirlerini algılarlar ve büyük patlama olur. 
Aynı bu sarkaçlar gibi menbranlarda aynı uzayda olmalarına rağmen biri 90° diğeri -90° fazında olduğu için birbirleriyle etkileşmezler. Aralarında 180° gibi bir faz açısı ile uzayı paylaşmaktadırlar. Eğer menbranlarda oluşan faz salınımı (genlik) 90° dereceden küçük ise menbranlar birbirlerini algılamaz ve o zaman büyük patlama oluşmaz. Eğer tam 90°’lik bir salınım (genlik) olursa şekil 3’deki gibi sinüs eğrisinin tepe noktaları aynı değere ulaşır. O zaman sinüs eğrisinin her tepesinde bir büyük patlama olur. Her büyük patlama bir çift evren (süperevren) oluşturmaktadır ve sanırım sayamayacağımız kadar çok büyük patlama olmuş ve olacaktır. İşte bütün bu evrenleri de içeren yapıya “hiperevren” adını uygun görmekteyim. Bu tanımı Hawking’de aynı anlamda mı kullandı bilmiyorum. Bu şekillerde gözükmeyen ama 180° ile -180° konumları aynı yerlerdir. 360°’lik bir döngüde aynı noktaya gelirler ve o noktada menbranlar birbirini algılayarak büyük patlama oluştururlar.
Patlama oluştuğu anda madde ve karşımaddeler oluşmaktadır. Bu madde ve karşımaddeler birbirlerini algıladıkları anda bir taraftan tekrar birleşirlerken bir taraftan da menbranlar tarafından çekilirler. Madde oluşturan menbran aynı yüke sahip olduğu için maddeyi iter ve karşı menbran ise çeker. Bu durumda Şekil 3’deki gibi bir yapı oluşur ve her evren kendi kabarcık uzayını oluşturarak büyümeye başlar. Bu çekmeler sonucu maddeyle karşımadde evrenler 180° faz farkıyla birbirlerinden ayrılırlar. Artık birbirlerini algılamazlar. Aslında oluşan şey kütleli ama boyutsuz enerji parçacıklarıdır. Madde ise o enerji parçacıklarının evrenimize yansımasından başkası değildir. 
Neden M kuramıyla uğraşan herkes bir evren bulur olduğu şimdi daha anlaşılır olmaktadır. Çünkü o kadar çoklar ki nereye baksanız bir evren görebilirsiniz ama ne yazık ki biz bu evrenlerden tek birini bile göremeyiz. Matematikten öte bir bağımızın olacağını sanmıyorum.
Şekil 3’de özel bir durum var. Faz yönlerini belirleyen ok işaretlerine bakarsanız bu bize sayı doğrusunu çağrıştırmaktadır. Şekil 5 ile bu yönleri çakıştırdığımızda gördüğümüz şey; menbranların da çözülebilecek olduğu matematiğe tabi olduğumuzdur. Sanal sayılar ise kuantum dünyalarına denk gelmektedir. Yani biz o dünyaları göremezsek bile matematik olarak bu olayları çözebiliriz. 
Resim
Şekil 6- Şekil 1 ile şekil 2’in üç boyutlu gösterimi. Görüldüğü gibi 3 boyut şeklin dışında açık, geri kalan 8 boyut şeklin içinde hapis.

Şimdiye kadar anlattığım yapıyı biraz daha anlaşılır yapmak ve kütle çekimiyle birleştirmek için şekil 6’yı inceleyelim. Şekil 6, şekil 1 ve şekil 2’nin üç boyutlu görüntüsüdür. En dış kabuğun atomu temsil ettiğini kabul ediyorum. Aslında atomun kuantum dünyasındaki boyutsuz karşılığıdır ama onların şekli olmadığı için bu gösterimi kullanmaktayım. Her parçacık şekil 1’deki bir katmana karşılık gelmektedir. Şekildeki kürenin dışı tüm uzayı temsil etmektedir. Bu durumda 11. boyut olan menbran tek bir nokta gibi gözükmesine karşın tam olarak iki boyutlu bir uzaya karşılık gelmektedir. Yani asıl gösterim şekil 1’deki 11. boyutun olduğu yer ama üç boyut değil iki boyutludur. M kuramını oluşturanlar menbranların sonsuz uzunlukta olduğunu söylemektedir. Bu sonsuz uzunluk onun çember şeklinde olduğunu gösterir. 
Kütle çekiminin kaynağı nedir?
M kuramında kütle çekimi anlatılırken kuramcılar “11. boyuttan başlayan kütle çekiminin, bizim 3. boyuta gelene kadar sürekli güç kaybettiğinden, bize gelene kadar zayıflayarak mevcut durumuna gelmiştir” demektedir. Kuramcılara göre Kütle çekimi bizim evren kaynaklı değildi. 11. boyuttan doğru geldiği hesaplandığında hesaplar tam olarak oturduğu söylenmektedir. İşte bu anlatım şekil 6’da gözükmektedir. 11. boyuttan doğru gelen ve kesikli çizgiyle gösterdiğim kütle çekimi bize gelene kadar azalmaktadır. Aslında kütle çekimi diye hissettiğimiz şey karşımenbranın maddeyi çekmesinden başka bir şey değildir. Bu çekim büyük bir ihtimalle manyetik alan çekimine benzerdir. Karşımenbranın maddeyi çektiğinde madde niye bir tarafa gitmez diye sorulursa aslında madde gideceği yere kadar gitti ve tam olarak menbranın olduğu uzayda durmaktadır. Yani artık bir yere gidemez. Artık yapacağı hareketler içten değil dış etkilerden oluşmaktadır. Menbranla farklı frekansta olduklarından birbirlerini algılamazlar.. Kütlenin içindeki 11. boyuttan gelen çekim kuvveti kütlenin dışına üç boyuta çıkmakta ve diğer kütleleri de etkilemektedir. Böylece kütle çekimi diye tanımladığımız kuvvet oluşmakta ve sadece çekme kuvveti olarak bize yansımaktadır. Evrenimizde karşımadde olmadığı içinde hep çekme kuvveti olarak devam edecektir. Eğer karşı madde olmuş olsaydı kütleçekimi onu itmesi gerekirdi. Böylece ortaya çıkan sonuç bu gün bizim yaşadığımız gibi olmaktadır (Evrenin gittikçe hızlanarak genişlemesiyle bu durumun bir ilişkisi yoktur. Onun çok başka bir sebebi var.) 
Hawkingin sözünü ettiği “Büyük Patlama’nın ardından, zaman boyutu ile üç tane uzaysal (uzunluk, genişlik, yükseklik) boyut açılarak kozmik büyüklüğe dönüştü. Kalan yedi boyut, konumlarını değiştirmeden, yani sicim kadar bir alanı kaplayacak büyüklükte, bir gonca gibi sarılı olarak kaldılar. Bilim adamına göre, böyle yedi boyutlu bir yumak, evrenin her noktasında mevcut.” Sözü tam olarak şekil 6’da görülmektedir. Üç mekân boyutu şeklin dışında diğerleri şeklin içinde hapis... Böylece bizler üç boyutu algılamaktayız. Diğer boyutlar kütlenin içinde gibi bir durum yaşamaktayız. Bir üst boyutta olan bir canlı için ise dört mekân boyutu açık olmuş oluyor. Yani üst boyuta çıkıldıkça boyutlar açılıyor gibi gözükmektedir.
Ayrıca uzay olarak tek bir yer var. Tüm kuantum katları ve menbranlar aynı yerdedirler. Her şey 2 boyutlu menbran uzayının içindedir. Menbranlar birbirlerini, faz salınımları dolayısıyla görmez. Aynı yapı evren ve karşı evren içinde geçerlidir. Fakat evrenlerdeki parçacıklar için ise dalga titreşim hızları etkin rol oynamaktadır. Menbranların dalga titreşimini bilmiyorum ama 1 milyon olduğunu kabul ederek olayı anlatmaya çalışayım. Kuantum dünyalarının en alt düzeyinde (Astralda) titreşim ışık hızındadır. (Evrenimize yansıdığı için biliyoruz) Işık hızında olan titreşim her kuantum katında artarak menbran uzayında bir milyona çıkar. Onun için her düzey uzay olarak aynı yerde olmasına rağmen birbirlerini algılamazlar. Yani şekil 2’deki iç içe parçacıklar iç içe olmalarına rağmen birbirlerini algılamadan beraber hareket ederler. Biz bir parçacığın incelerken alt parçacıklarıyla oluşan toplam kütlesi ve toplam dalga etkisiyle karşılaşırız. Kütle olarak en dıştaki kütle en fazla olduğu için en büyük etki ondan gelir. İç parçacıkların kütleye etkisi çok azdır. Fakat dalga olarak en dıştaki parçacığın etkisi en azdır. Yalnız biz bu durumları ayrı olarak algılamayız. Bizim için, ölçtüğümüz kütlenin hepsi o parçacığa aittir.
Şimdi bu durumu boyut yönüyle inceleyelim. Şekil 6’da en dıştaki kütlenin (Atom diye niteledim) 3 mekan boyutu şeklin dışında açık olarak karşımıza çıkarken diğer 8 boyut (4 -11 boyut) şeklin içinde hapis gözükmektedir. Eğer en dıştaki kabuğu atarsak cisim kütle olarak azalır ve dalga titreşimi olarak artar ve şekil 1’deki 1. kuantum katını algılar. Yani 4. boyut açılır ve dört boyutlu bir uzayda yaşadığını görür. Bu durum 11. boyuta kadar aynı şekilde gider. Önemli bir nokta ise “zaman”ın bir mekân boyutu olmaması sebebiyle bu çizimlerde yeri yoktur. O başlı başına geçerliliği olan bir boyuttur ama tüm kuantum katlarında bildiğimiz haliyle geçerli olmayabilir. 
Bu durum her atomumuzun içinde kuantum dünyaları olduğunu göstermektedir. Böylece M kuramında söylenen “Bu evrenler bize çok yakın. O kadar yakın ki algılayamadık. Bu evrenlerde sonsuz sayıda medeniyet olabilir ve bize benzeyebilirler.” Sözünü daha anlaşılır olmaktadır. Bu evrenler dedikleri sadece bizim titreşimimizde olmayan ama tam olarak iç içe olduğumuz kuantum dünyalarına denk gelmektedir. Eğer bu dünyalarda canlılar varsa bizim gibi madde bedene sahip olamayacakları kesindir. Maddeye bağlı olduğumuzdan dolayı böyle bir durumu çok hayal ürünü görüyor olmamıza rağmen son zamanlarda yapılan çalışmalar bu durumun doğru olduğuna işaret etmektedir. Hawking’den başka bu durumu çağrıştıran bir haberde gazetelerde göze çarpmaktadır. ABD'li bilim adamı Robert Lanza'ya göre insan beyninde bulunan enerji kaynağı, bedenin ölümü ile birlikte yok olmuyor. Bu enerji bir başka evrene geçiş yapıyor. İşte Lanza’nın da bahsettiği evren bu kuantum dünyaları olmalı. 
Şekil 6’daki üç boyut haricinde maddesel bir yaşamın olamaz. Bilim Teknik Dergisi Mart 1998 “Çok Yaşa Dört Boyutlu Evren.” adlı yazıya göre “3 mekan ve 1 zaman boyutu dışında ancak ışıktan daha hızlı parçacıkların olduğu bir evren var olabilir” denmektedir. Daha önce dediğim gibi bizdeki hız o boyutların dalga titreşimine karşılık gelmektedir. Var olan o parçacıklar ışık hızı üzerinde titreştikleri için görülemezler.
Kütle nereden geliyor? 
Sanırım kütleyi oluşturan şey parçacıkların çarpışma anında var olan dalga titreşimlerinin yavaşlamasıdır. Yani momentumun korunumu gibi dalga titreşimi yavaşlayınca parçacıklar kütle kazandı. İlk olarak çarpışan menbranlar zıt fazlara sahip idiler. Onun için çarpışmaları madde ve karşımadde oluşumunu sağlamıştır. Çarpışma zıt fazlı olduğundan titreşimler birbirini çarpışma anında engellemiştir. Bu engellemeye parçacıkların tepkisi ise kütle oluşturmak olmuştur. Aslında menbranın yapısı parçacıklardan çok bitişik sicimcikler halindedir ama sonuçta oluşan etki mevcut evrenimizi oluşturmuştur.
Atomun yapısı nasıldır? 
Bildiğimiz atom modelini hayal edebiliriz. Yani ortada proton ve nötronlardan oluşan çekirdek ve etrafında dönen elektronlardan oluşur. Bu durumu şekil 6’ya uyarlarsak dış kabuğun içinde “proton” ile gösterdiğim küreden birden çok var demektir. Helyum atomu için düşünürsek çekirdekte 2 tane proton 2 tane nötron ve çevrede dönen 2 tane elektrondan oluşur. Maddedeki nötron ve elektron protonun eşdeğeridir. Bir proton ise 3 adet kuarktan oluşur. Kuarklarda alt parçacıkların farklı diziliminden oluşur. Aslında elektronda kuarktan oluşur ama onun kuarklarını oluşturan alt parçacıklar çok daha farklı olmalıdır.
Şekil 6’da görülen iç içe yapı içe doğru devam eder. Kuarklar çeşitli sayılarda alt elemanlardan, onlarda daha alt elemanlardan oluşur. Fakat bu yapı sonsuza kadar gitmez. Alt parçacık sayısı şekilde verildiği kadardır. Yani atomun altında 7 tane daha iç parçacık olmalı. Burada önemle vurgulamam gereken şey şekil 6’daki parçacıkların dizilimi kütle büyüklüğü baz alınarak yapılmıştır. 
Resim
Şekil 7 Evren kütle kaybettikçe küçülerek tekrar içine kapanamayacak hale gelir.

Süper simetri ve Büyük Patlama neden gözlemlerle uyuşmuyor?
Süper simetri teorisi gereği evrenin mevcut halinde olması gereği fizikçiler tarafından biliniyor. Fakat evrende anti maddenin olmaması sorun oluşturmaktadır. Süper simetriyi doğuran standart model aslında parçacıkları açıklamakta yeterli olmasına rağmen anti madde bulunamadığından dolayı kuşkuyla karşılanmaktadır. Aslında sorun standart modelde değildir. Sorun evrenin birkaç kere çöküp patlamasından kaynaklanmaktadır. Yukarda anlattığım evrenin ilk büyük patlamasıdır. Fakat daha sonra evren kendi içine çökerek tek bir kara delik oluşturmuş ve tekrar patlamıştır. Yani içinde bulunduğumuz evren kesinlikle tekillikten başlamıştır onun için büyük patlama teorisi ve standart model doğru olmalarına rağmen karşı madde tarafı gözlenemez durumdadır. 
Eğer evren birkaç kere çöküp patladıysa bu nasıl mümkün olabilir? 
Bunu sağlayan şey evrenin sürekli kütle kaybediyor oluşudur. Yukarda anlattığım ilk patlamada çok fazla kütle oluştu. Bu kütleler büyük patlamanın hızını yenerek tekrar patladıkları yere geri çöktüler. Fakat aradaki faz farkı nedeniyle karşıevrenle birbirlerini algılamadıkları için madde ve antimadde birbirlerini yok etmedi. Oluşan tek ve en büyük karadelik tekrar patlayarak bu günkü yapıya yakın bir durum oluşturmuştur. Yani biz evrende anti madde göremeyiz. Bizim maddemiz kadar antimadde ikiz evrenimiz olan ve bizimle eşzamanlı gelişen karşıevrende bulunmaktadır. Her şeyiyle tam olarak bizim simetrimizdir. Eğer bir eşizimiz varsa kesinlikle karşı evrendedir.
Evrenimiz sürekli açılıp kapanan evren modeline dönüşmüştür. Fakat her patlamadan sonra bir şekilde madde kaybetmektedir. İşte kaybolan bu maddeler yüzünden artık tekrar içine kapanamayacak son açılımdayız. Kaybolan maddeler evrende çekim gücünü azaltmaktadır. Çekim gücü azaldıkça evren daha hızlı genişlemektedir. Bu gün evrenin %74’ünü oluşturduğunu düşündüğümüz gizemli enerjinin açıklaması budur. Kaybolan kütle yüzünden büyük patlamanın verdiği kaçış hızını yavaşlatmaya çalışan yerçekimi azalınca kaçış hızı etkisini artırmaya devam etmektedir. Bu etkiyi, sanki evreni genişlemeye zorlayan bir güç varmış gibi algılamaktayız. Yani kütle kaybetme işi her an devam etmektedir. Fakat biz etkilerini göremiyoruz. Daha doğrusu öyle bir durumun var olduğu bilinmediğinden hiç araştırmadık. Aslında kütle kaybetmenin etkilerini gözlemlemek zordur. Çünkü evrenimiz kaybolan kütleler oranında büzüşmektedir. Bu büzüşme bizim ölçü sistemlerimizi de aynı oranda etkilediği için farkı göremeyiz. Işık dahi büzüşmektedir. Yani metre, kütle ağırlığı veya ışık hızı gittikçe azalmaktadır. Azalma oranıyla tüm evren aynı oranda küçüldüğü için farkı algılamıyoruz. Eğer zaman içinde atom büyüklüğünü ölçebilirsek bunu fark edebiliriz ama o kadar küçük etki o kadar az zamanda görülebilir mi bilmiyorum. Aslında bu durumu fark edebilmek için ikinci bir yol daha var. Eğer uzaydaki gök cisimlerinden birinin uzaklığını paralaks gibi farklı bir yöntemle ölçebilirsek bu durumu anlamak mümkün olabilir. Diyelim ki paralaks yöntemiyle bir galaksinin bizimle eş hareket ettiğinin tespit edebilirsek sorunu çözmüş oluruz. Gerçekte bizimle eş hareket eden yani bizden uzaklaşmayan yada yaklaşmayan bu galaksinin ışığı kırmızıya kayması gerekir. Kırmızıya kayma küçülen galaksilerin arasındaki uzayın büyümesinden gelir. Yani galaksiler gittikçe küçülürken sabit uzay içinde birbirlerinden uzaklaşıyormuş izlenimi verir. Aslında evrenin yoğunluğu azalmaktadır. Evrenin kütle kaybederek büzüşmesi bizim evrenin yaşını doğru ölçmede hata yapmamıza sebep olmaktadır. Biz evrenin büzüşme etkisini hesap etmiyoruz. Onun içinde hatalı sonuç buluyoruz. Benim evrenin yaşı olarak düşündüğüm rakam 19,4 milyar yıldır.
Buradaki can alıcı soru evren nasıl kütle kaybetmektedir ve bu kütleler ne olmaktadır. Aslında bu kütlelerin %22’lik kısmının nerede olduğunu biliyoruz. Bu kısım evrende göremediğimiz ama kütleçekimsel olarak varlığını bildiğimiz karanlık maddenin ta kendisidir. Bu durumu şekil 6’yı kullanarak açıklamaya çalışayım. Şekilde görülen en dış katmandaki “atom” yapısının olmadığı bir parçacık düşünün. Bu protona karşılık gelmektedir ve 4 boyutlu uzayın doğal elemanı olmuş oluyor. Yani 1. kuantum dünyası proton, nötron ve elektronlardan oluşmaktadır. O uzayın doğal parçacıkları bunlar olmuş oluyor. Yani bizdeki çeşit çeşit atoma karşılık gelmektedirler. Nasıl ki çok ağır atomlardan hafif atomlara kadar bir yapı var ise orada da buna benzer bir yapı vardır. Bu yapı daha altta da aynı şekilde devam etmektedir. Bu demektir ki kütle olarak hissettiğimiz ama kendilerini göremediğimiz kütleler bu elemanlardır. 
Resim
Şekil 8- A noktasından bırakılan bilye sürtünmesiz bir ortamda sonsuza kadar salınır.

Kütlenin nasıl kaybolabileceğini anlatmaya çalışayım. Eğer “atom” herhangi bir nedenle şekil 6’daki en dış kabuğu atarsa derhal 4. boyut uzayının elemanı olur. Artık 3. boyut uzayında algılanmaz olur. Kendisi de 3 boyutu algılayamaz. Fakat kütle çekimi etkisini sürdürmeye devam eder. Fakat kütle çekimini oluşturan en büyük etki olan atom boyutunu kaybettiği için kütlesi epey küçülür. Kütle küçülmesi demek dalga değerinin artması demektir. Yani parçacıkların ilk büyük patlamada kaybettikleri dalga titreşim hızının bir kısmını geri kazanmış olur. Bu süreç böyle devam ederse 11. boyutta parçacığın hiç kütlesi kalmaz. Böylece ilk başladığı kütlesi olmayan menbran haline döner. 10. boyut uzayında bu parçacıkları bir sicim olarak hesap etmekteyiz. Demek ki 11. boyutta o sicimler birbirine tutunarak menbran haline gelmektedir. Böylece menbranlar çarpıştıklarında kaybettikleri enerjiyi tekrar geri kazanmaktadırlar ama bu yeni bir faz salınımı yaratmış olur. Görüldüğü gibi aslında kaybolan bir şey yok. Sadece kütlesiz menbrandan oluşan kütle tekrar kütlesiz olarak geri dönmektedir.
Şekil 7’de durumu göstermeye çalıştım. İlk büyük patlamada -90° ve +90° fazlarına ayrılan madde ve karşımadde bir daha birbirlerini algılayamamaktadırlar. Bu faz ayrımı bizdeki elektrik fazları gibi midir bilmiyorum. Fakat menbranlar salınım yapmadıkça aynı uzayı paylaşmalarına rağmen birbirlerini algılamazlar. Aynı şekilde birbirlerini algılamayan madde ve karşımadde evrenleri bu sefer ilk patladıkları yere geri çökerler. Çökmeden sonra her evren tek bir karadelik olup tekrar geri patlar. Buna sebep olan etki hızla çöken evrenin tek noktaya sıkışmasından sonrada bu hareketin etkisini devam ediyor oluşudur. Bir nevi evrenin momentumu diye düşünülebilir. Şöyle anlatmaya çalışayım Şekil 8’deki bilye A noktasından bırakıldığında merkezdeki M noktasında durmaz (sürtünmesiz ortamda) harekete devam eder. B noktasına kadar çıkar ve tekrar geri döner. İşte bu geri dönme esnasında tekrar A noktasına kadar çıkar ve patlamayı tekrar oluşturur. Evren kendi içine çökerken son dönemlerinde çok büyük bir şiddetle çöker. Bu çökme patlamanın tersi ama onun kadar hızlı olur. Bu hızın kaynağı da ilk patlamanın başlangıç hızıdır. Yani evren bir kalp atışı gibi bir kapanıp bir açılan sistemdir. Sürtünme olmadığı için bu kapanıp açılmalar sonsuza kadar sürebilir ama kütlenin azalması sistemin ömrünü kısaltmıştır.
Genel kabul üzerine tekrar kendi içine çökmeyecek olan evren ısıl ölüme mahkum olmuştur. Oysa evrenin ölümü o şekilde olmayacaktır. Evrenler madde kaybetmeye devam edecek ve bu süreç hiç madde kalmayınca sona erecektir. Eğer evrende kütle olmazsa evren diye bir şeyden bahsetmenin de anlamı kalmayacaktır. Yani evren bir nevi buharlaşarak yok olacaktır. Evren hem genişleyip hem de büzüşmektedir demiştim ama aslında evren bize büyüyor gibi gözükmesine rağmen gerçekte hacim olarak küçülmektedir. Büyüme etkisi küçülen gökadaların evren içinde daha az yer kaplamalarının bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani evrenin madde kaybetmesi dolayısıyla küçülmesi büyük patlamadan oluşan şişmeden daha fazladır. Fakat şişmenin etkisi dolayısıyla evrenin hacmi kaybettiği madde oranında azalmaz onun için yoğunluğu azalmış olur.

Kaynakça:
1. Bilim Teknik Dergisi Ekim 2008 “Fizikte Büyük Evliliğe Doğru… Her Şeyin Kuramı”
2. http://video.google.com/videoplay?docid ... 415625763#
3. http://www.onlinefizik.com/content/view/213/ 
4. Bilim Teknik Dergisi Ağustos 1982 “Hologram Kuramı ve Beyin”
5. Bilim Teknik Dergisi Mart 1998 “Çok Yaşa Dört Boyutlu Evren.”
6. Bilim Teknik Dergisi Ağustos 2009 “CERN ve Büyük Hadron Çarpıştırıcısı”
7. http://www.milliyet.com.tr/default.aspx ... ID=1172535
8. Dünya ve Ötesi-Seyfullah Demir-Cinius yayınları