Şekil 1 Süperevren modeli. Bilim insanları evreni anlayabilmek için büyük emekler vermektedirler. Evrendeki her şeyi kapsayan bir teori oluşturmak için çırpınıp durmaktadırlar. Sanırım sicim kuramlarını birleştiren M kuramı bu işe epey yaklaşmış bulunmaktadır. M kuramını anlamak isteyenler TRT2’de ki Türkçe belgeseli netten seyredebilirler. Bu belgeselde 11. boyut sayesinde hem 5 sicim kuramını birleştirmişler hem de kütle çekimini açıklamaya çalışmışlar. Bende oradaki bilgileri kullandım. Önce Hawking’in tanımlarını iyi anlamak gerek. O bizim evrenimizin çok ötesinde ama çok yakın bir hiperevren tanımlaması yapmaktadır. Bunların haricinde içinde eşizlerimizin bulunduğu "kobold evrenler” olmalı demektedir. Hatta içinde yaşayanları gölge insanlar olarak nitelemektedir. Hatta bu eşizlerin bizleri etkilediği dahi düşünülmektedir. Belgeselde anlatılan evren modelini hayal etmek pek zor değil. Şekillerde bu evreni anlatmaya çalıştım. Aslında hayal etmek zor değil ama bunu başkasına anlatabilmek epey zor görünüyor.. Şekil 1’de tam ortada olan bölge 11. boyut bölgesidir. Burası kütleden muaf ve saf enerjiden oluşmaktadır. Bu bölge menbran bölgesidir. 11. boyutun her iki tarafında kalan bölgeler madde ve karşımadde yönlerini göstermektedir. Bu iki taraf beraber oluşmak zorundadır. Bu zorunluluktur. Çünkü yoktan kütle yaratılması ancak o zaman mümkün olabilmektedir. Ben anlatımlarımda çoğunlukla madde yönünü kullanacağım ama iki tarafında aynı şekilde olduğunu bilmek gerekir. Bu iki evren tek noktada patlatılarak iki yöne doğru fışkıran maddelerden oluştu. Patlama tam olarak 180° bir açıyla madde ve karşımadde evrenlerini birbirinden ayırttı. Artık birbirlerini algılayamaz duruma geldiler. Şekil 2 Dalga-parçacık ikiliği. Parçacıklar kütle olarak azaldıkça dalga titreşimi olarak artmaktadır. Bir nevi madde özelliği dalga özelliğine dönüşmektedir. Şekil 1’de 1’den 7’ye kadar olan kuantum katları 4. boyuttan 10. boyuta kadar evrenleri içermektedir. En alt düzeyi olan astral dünya ise bizim içinde yaşadığımız madde evrenimizin var olma şartlarını belirler. Yani evrenimiz astral dünyaya bir şekilde bağlıdır. (“Astral” ismi başka bir tanımlama olmadığı için kullanılmıştır) Bu bağlı olma durumunu bir nebze anlayabilmek için hologram teknolojisini bilmek gerekir. Hologram; iki boyutlu bir filmden üç boyutlu görüntü çıkarma teknolojisidir. İşte bizlerde iki boyutlu astral dünyanın üç boyutlu yansımasıyız. Elbette basit hologram teknolojisinden çok daha ileri bir durum yaşamaktayız. (Astral dünya ile, şekil 1’de kuantum dünyalarının en alt düzeyini kastediliyor.) Bu arada bir konuya açıklık getirmem gerek. Yeni evren tanımları yapmam gerek yoksa kavram karmaşası yüzünden konu anlaşılmaz olabilir. Ben evren derken, şekil 1’de “3 boyutlu bizim evrenimiz” ya da “diğer madde evrenler” ile gösterdiğim kabarcıklardan bahsetmiş olacağım. Şeklin tümünü ise “süperevren” ismiyle adlandıracağım. Birde Hawking’inde bahsettiği “hiperevren” tanımım olacak ama onu daha sonra açıklayacağım. Dünyamızda gördüğümüz her şey kuantum dünyasının en alt katındaki astral dünyanın hologram yansımasıdır demiştik. Bu şu anlama gelmektedir. Evrenimiz ve içindeki her şey gerçek olan başka bir kuantum dünyasının yansımasından başka bir şey değil. Yani bizler gerçek değiliz ama yapı olarak kendimizi gerçek gibi algılıyoruz. Şöyle bir benzetme yaparsam daha iyi anlaşılacağını umuyorum. Dünyamızda gördüğümüz atomlar aslında boyutsuz ama kütlesi olan enerji parçacıklarının bir yansımasıdır. Bu enerji parçacıklarına kuant diyoruz. Bizler atomaltı parçacıklara doğru indiğimizde o parçacıkların boyutsuz olduğunu görebilmekteyiz. Boyutsuz proton, nötron ya da elektronun boyutlu bir cisim oluşturması beklenemez. Oysa kendimizi üç boyut olarak görebiliyoruz. İşte bu durum tamamen o parçacıkların evrenimizdeki hologram yansımasından oluşmaktadır.
Şekil 3 Faz salınımları sebebiyle çarpışan menbranlar her çarpışmada bir evren çifti oluşturur.
M kuramına göre büyük patlama; 11. boyutta yüzen menbranların birbiriyle çarpışmasından oluşmuştur. M kuramında kütle çekimini anlatırken “bizden olmayan menbran” deyimiyle bahsettikleri bir menbran daha vardı. İşte o menbranın karşımenbran olduğunu söylüyorum. Kuramda çarpıştığını söyledikleri iki menbrandan biri karşımadde menbranken diğeri madde menbrandır. Aslında bu menbranlara madde özelliği vermemek gerek. Onun için bizim maddelerimizin oluştuğu menbrana “menbran” karşımaddenin oluştuğu menbrana ise “karşımenbran” demek gerek. Çünkü bu menbranların kütleleri yok. Onlar sadece enerji kökenlidir. Fakat birbirleriyle çarpıştığında madde ve karşımadde oluşturabilmektedirler. Yani maddeyle karşımadde birleştiğinde ne oluyorsa bu menbranların çarpışmasında tam tersi oluyor. Böylece çarpışma sonucu madde ve karşımadde oluşturup ikiz evren oluşturmaktadırlar. Bu durumu açmadan önce kuantum dünyalarındaki parçacıkların yapısından bahsetmek gerek. Şekil 1 deki kuantum dünyaları kütleleri gittikçe küçülen ama ona karşılık dalga titreşimleri gittikçe artan bir parçacık yapısına sahiptir. Bu parçacıklar atomaltı bir yapıdadır. Şekil 2’yi anlamaya çalışırsak durumu bir nebze kavrayabiliriz. En dışta olan en büyük parçacık atom en alt düzey olan astral dünyanın elemanıdır. Bir üst eleman ise aslında kütle olarak daha küçük olmasına rağmen dalga titreşimi olarak daha büyüktür. Şekilde ki gösterimde alınan atom, proton, kuark, nötrino isimleri sırf durumu anlatmak içindir. Gerçi atom, proton ve kuark tespit edilmiştir. Onlarla ilgili sorun yok ama daha alt parçacıkları bilim insanları benden daha iyi oluşturabilir. Şekil 4 iki sarkaç zıt yönlere doğru 180° salınırken “SIFIR” noktasında aynı değeri alırlar. Şekil 2’yi biraz açmak istiyorum. Çünkü bu yapı maddenin yapısını anlatmaktadır. Atomaltı dünyada her parçacığa bir dalga da eşlik etmektedir. Buna parça dalga ikiliği denmektedir. İşte bu yapı onu göstermektedir. Kütle yapısı olarak en dışta olan parçacığın dalga titreşim hızı en düşük olmaktadır. Bu her katmanda değişmekte ve en son 11. boyutta kütlesiz ve saf dalga olan parçacıklara dönmektedir. Aslında 11. boyutta artık parçacık değil de menbran olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında sicim teorisine göre 10. boyutta da bu parçacıkların bir boyutlu sicimler oldukları gözükmektedir. Demek ki parçacıklar evrim geçirerek boyutsuz ama kütleli parçacıklardan, iki boyutlu ama kütlesiz menbranlara dönüşmektedir. Bu tanım “M Teorisi'ne göre, evren iki boyutlu bran'larla kaplı. Bu branlar için üçüncü boyut, bran'ların frizbi plakları gibi, içinde oradan oraya uçtukları ve hiç birbirlerine çarpmayacakları büyüklükte bir "hiperuzay". "Üç boyutlu kütlecikler" hiç fark edilmeden dört boyutlu bir uzaya, "dört boyutlu kütlecikler" beş boyutlu bir uzaya v.b. giriyorlar.” Tanımının karşılığı olabilir. Benim menbran dediğim şeylere Hawking bran demektedir. Ben menbran deyimini tercih ediyorum. Çünkü sonuçta 11. boyutta oluşan şey menbrana benzemektedir. Aslında bu yapıyı ayrı ayrı parçacıklar gibi düşünmemek gerekir. Şekil 2’deki her parçacık şekil 1’deki kuantum katlarında bir karşılığı var ve o kata denk gelmektedir. Şekildeki iç içe tüm parçacıklar aynı anda tüm kuantum dünyalarında var ama birbirlerini dalga titreşim farkından dolayı algılamazlar. Birbirlerini algılamamalarına rağmen birbirlerine bağlıdırlar. Bu bağ kütle çekimi dolayısıyla olmaktadır. (Kütle çekimini daha sonra açıklayacağım.) Yani biz en dıştaki atomu ittiğimizde içteki parçacıklarını da itmiş oluruz. Tüm parçacıkları ile hareket eden parçacıklar yumağı hem parçacık, hem de bir dalga yumağı gibidir. İşte fizikçileri şaşırtan bu yapıdır. Hatırlarsanız bir parçacığı gözlemlemediğimiz sürece dalga veya parçacıklar olasılık olarak var olmaya devam eder ama gözlem yaptığımız anda parçacık tercihini yapar. Aslında biz her iki etkiyi aynı anda ölçebilecek bir deney yapabilsek hem dalga hem de parçacık olduğunu görebilirdik. Schödinger'in kedisi kurgusal deneyindeki durum tam doğru değildir. Biz hangi deneyi yaparsak ya da neyi görmeye çalışırsak onu görürüz. Oysa her parçacık her iki durumu da saklamaktadır. Parçacığın %50 ihtimalle dalga olma olasılığı yoktur. Hem %100 dalga hem de %100 parçacıktır. Bu durum kuantum parçacıklarının doğal özelliğidir. Fizikteki çift yarık deneyini hatırlarsanız; bir fotonun iki ayrı delikten birden geçtiği gibi bir sonuç doğurmaktaydı. İşte aslında parçacık gönderdiğimizi düşündüğümüzde beklemediğimiz bir sonuç olmasına karşılık. Hem parçacık hem de dalga gönderdiğimizi düşünürsek. Tek tek atış yaptığımız durumda da arka ekranda dalga girişim modeli oluştu. Bu durum elektron ya da fotonun dalga parçacık yapısından kaynaklanmaktadır. Elektron aynı anda hem bilardo topu hem de tam bir su dalgası gibi hareket eder. Onun için iki delikli deneyde tek tek atış yaptığımız halde ekranda girişim modeli oluşmuş oldu. Eğer gözlem yapmaya kalkarsak sisteme müdahale etmiş oluyoruz. Şekil 5 Sayı doğrusu bize evrendeki her şeyi matematikle anlayabileceğimizi söylüyor. Her parçacık bir enerjidir. Bunun hesabını yapabilmek için Einstein’ın ünlü formülünü kullanabiliriz E=mc2. Eğer parçacığın kütlesiyle dalga titreşim hızını ölçebilirsek formülde yerine koyarak enerjiyi bulabiliriz. Einstein bu formülü evrenimizdeki parçacıkların (atom) enerjisini bulmak için oluşturmuştu. Ayrıca formüldeki hızı ışık hızı olarak kullanmıştı. Bizim dünyamızda hız kuantum dünyalarında dalga titreşim hızına karşılık gelmektedir ve dalga titreşim hızının en düşük olduğu yer olan astral dünyada 300.000 km/sn kadardır. Yani aslında E=mc2 özel bir durumdur. Kuantum dünyalarındaki genel durumun dünyamıza yansıyan özel halidir. O zaman her kuantum katına karşılık gelen dalga titreşimini bulursak parçacığın kütlesiyle formülde yerine koyarsak o katmandaki parçacığın enerjisini bulmuş oluruz. Formül E=mv2 haline döner. Bu durumda kuantum dünyalarındaki parçacıkların dalga titreşim hızları ışık hızı üzerinde olmak zorundadır. 11. Boyuta doğru gittikçe hız artmakta ve sonuçta menbranın hızına ulaşmaktadır. Dalga titreşim hızları ışık hızının üstünde olan parçacıkların varlığı bilinmektedir. 11. boyuttaki menbranların dalga titreşim hızları tespit edilirse kuantum katlarındaki parçacıkların yapısı ve durumları tam anlaşılır olacaktır. M kuramında menbranların çarpışmasıyla oluşan kabarcık evrenlerden bahsedilmektedir. Fakat her kabarcık evrene karşılık karşıevrende oluşmak durumundadır. Şekil 1’de oluşan süperevrenlerden bahsediyorum. Şekildeki ikiz evrenler beraber oluşmak zorundadır. M kuramına göre sonsuz uzayda gezen menbranların birbirleriyle çarpışması sonucu evrenler oluşmuş denmektedir. Ben bu tanımlamaya pek katılmıyorum. Menbranlar sonsuz uzayda değiller. Onlar 2 boyutlu bir uzaydalar ve salınmaları söz konusu değildir. Fakat kuantum dünyalarından onlara doğru bir akım olmuş olabilir. Bu akım menbranın kendisini değil ama fazının salınmasını sağlıyor olmalıdır. Şekil 3 ve 4’de bu durumu anlatmaya çalıştım. Hem menbran hem de karşı menbran faz salınımı yapar. Menbranların farklı olan faz değerleri salınım yaparken arada bir aynı değere gelirler. İşte o anda menbranlar birbirini algılar ve büyük patlama oluşur. Aslında iki menbranda aynı iki boyutlu uzayı paylaşmaktadır. Olayı daha iyi anlayabilmek için şekil 4’deki sarkaçların salınımını anlamak gerek. Her sarkaç 180 derecelik bir salınım yapar ve birbirlerine ters yönde hareket ederler. İşte her salınımda sıfır değerini aldıklarında birbirlerini algılarlar ve büyük patlama olur. Aynı bu sarkaçlar gibi menbranlarda aynı uzayda olmalarına rağmen biri 90° diğeri -90° fazında olduğu için birbirleriyle etkileşmezler. Aralarında 180° gibi bir faz açısı ile uzayı paylaşmaktadırlar. Eğer menbranlarda oluşan faz salınımı (genlik) 90° dereceden küçük ise menbranlar birbirlerini algılamaz ve o zaman büyük patlama oluşmaz. Eğer tam 90°’lik bir salınım (genlik) olursa şekil 3’deki gibi sinüs eğrisinin tepe noktaları aynı değere ulaşır. O zaman sinüs eğrisinin her tepesinde bir büyük patlama olur. Her büyük patlama bir çift evren (süperevren) oluşturmaktadır ve sanırım sayamayacağımız kadar çok büyük patlama olmuş ve olacaktır. İşte bütün bu evrenleri de içeren yapıya “hiperevren” adını uygun görmekteyim. Bu tanımı Hawking’de aynı anlamda mı kullandı bilmiyorum. Bu şekillerde gözükmeyen ama 180° ile -180° konumları aynı yerlerdir. 360°’lik bir döngüde aynı noktaya gelirler ve o noktada menbranlar birbirini algılayarak büyük patlama oluştururlar. Patlama oluştuğu anda madde ve karşımaddeler oluşmaktadır. Bu madde ve karşımaddeler birbirlerini algıladıkları anda bir taraftan tekrar birleşirlerken bir taraftan da menbranlar tarafından çekilirler. Madde oluşturan menbran aynı yüke sahip olduğu için maddeyi iter ve karşı menbran ise çeker. Bu durumda Şekil 3’deki gibi bir yapı oluşur ve her evren kendi kabarcık uzayını oluşturarak büyümeye başlar. Bu çekmeler sonucu maddeyle karşımadde evrenler 180° faz farkıyla birbirlerinden ayrılırlar. Artık birbirlerini algılamazlar. Aslında oluşan şey kütleli ama boyutsuz enerji parçacıklarıdır. Madde ise o enerji parçacıklarının evrenimize yansımasından başkası değildir. Neden M kuramıyla uğraşan herkes bir evren bulur olduğu şimdi daha anlaşılır olmaktadır. Çünkü o kadar çoklar ki nereye baksanız bir evren görebilirsiniz ama ne yazık ki biz bu evrenlerden tek birini bile göremeyiz. Matematikten öte bir bağımızın olacağını sanmıyorum. Şekil 3’de özel bir durum var. Faz yönlerini belirleyen ok işaretlerine bakarsanız bu bize sayı doğrusunu çağrıştırmaktadır. Şekil 5 ile bu yönleri çakıştırdığımızda gördüğümüz şey; menbranların da çözülebilecek olduğu matematiğe tabi olduğumuzdur. Sanal sayılar ise kuantum dünyalarına denk gelmektedir. Yani biz o dünyaları göremezsek bile matematik olarak bu olayları çözebiliriz. Şekil 6- Şekil 1 ile şekil 2’in üç boyutlu gösterimi. Görüldüğü gibi 3 boyut şeklin dışında açık, geri kalan 8 boyut şeklin içinde hapis. Şimdiye kadar anlattığım yapıyı biraz daha anlaşılır yapmak ve kütle çekimiyle birleştirmek için şekil 6’yı inceleyelim. Şekil 6, şekil 1 ve şekil 2’nin üç boyutlu görüntüsüdür. En dış kabuğun atomu temsil ettiğini kabul ediyorum. Aslında atomun kuantum dünyasındaki boyutsuz karşılığıdır ama onların şekli olmadığı için bu gösterimi kullanmaktayım. Her parçacık şekil 1’deki bir katmana karşılık gelmektedir. Şekildeki kürenin dışı tüm uzayı temsil etmektedir. Bu durumda 11. boyut olan menbran tek bir nokta gibi gözükmesine karşın tam olarak iki boyutlu bir uzaya karşılık gelmektedir. Yani asıl gösterim şekil 1’deki 11. boyutun olduğu yer ama üç boyut değil iki boyutludur. M kuramını oluşturanlar menbranların sonsuz uzunlukta olduğunu söylemektedir. Bu sonsuz uzunluk onun çember şeklinde olduğunu gösterir. Kütle çekiminin kaynağı nedir? M kuramında kütle çekimi anlatılırken kuramcılar “11. boyuttan başlayan kütle çekiminin, bizim 3. boyuta gelene kadar sürekli güç kaybettiğinden, bize gelene kadar zayıflayarak mevcut durumuna gelmiştir” demektedir. Kuramcılara göre Kütle çekimi bizim evren kaynaklı değildi. 11. boyuttan doğru geldiği hesaplandığında hesaplar tam olarak oturduğu söylenmektedir. İşte bu anlatım şekil 6’da gözükmektedir. 11. boyuttan doğru gelen ve kesikli çizgiyle gösterdiğim kütle çekimi bize gelene kadar azalmaktadır. Aslında kütle çekimi diye hissettiğimiz şey karşımenbranın maddeyi çekmesinden başka bir şey değildir. Bu çekim büyük bir ihtimalle manyetik alan çekimine benzerdir. Karşımenbranın maddeyi çektiğinde madde niye bir tarafa gitmez diye sorulursa aslında madde gideceği yere kadar gitti ve tam olarak menbranın olduğu uzayda durmaktadır. Yani artık bir yere gidemez. Artık yapacağı hareketler içten değil dış etkilerden oluşmaktadır. Menbranla farklı frekansta olduklarından birbirlerini algılamazlar.. Kütlenin içindeki 11. boyuttan gelen çekim kuvveti kütlenin dışına üç boyuta çıkmakta ve diğer kütleleri de etkilemektedir. Böylece kütle çekimi diye tanımladığımız kuvvet oluşmakta ve sadece çekme kuvveti olarak bize yansımaktadır. Evrenimizde karşımadde olmadığı içinde hep çekme kuvveti olarak devam edecektir. Eğer karşı madde olmuş olsaydı kütleçekimi onu itmesi gerekirdi. Böylece ortaya çıkan sonuç bu gün bizim yaşadığımız gibi olmaktadır (Evrenin gittikçe hızlanarak genişlemesiyle bu durumun bir ilişkisi yoktur. Onun çok başka bir sebebi var.) Hawkingin sözünü ettiği “Büyük Patlama’nın ardından, zaman boyutu ile üç tane uzaysal (uzunluk, genişlik, yükseklik) boyut açılarak kozmik büyüklüğe dönüştü. Kalan yedi boyut, konumlarını değiştirmeden, yani sicim kadar bir alanı kaplayacak büyüklükte, bir gonca gibi sarılı olarak kaldılar. Bilim adamına göre, böyle yedi boyutlu bir yumak, evrenin her noktasında mevcut.” Sözü tam olarak şekil 6’da görülmektedir. Üç mekân boyutu şeklin dışında diğerleri şeklin içinde hapis... Böylece bizler üç boyutu algılamaktayız. Diğer boyutlar kütlenin içinde gibi bir durum yaşamaktayız. Bir üst boyutta olan bir canlı için ise dört mekân boyutu açık olmuş oluyor. Yani üst boyuta çıkıldıkça boyutlar açılıyor gibi gözükmektedir. Ayrıca uzay olarak tek bir yer var. Tüm kuantum katları ve menbranlar aynı yerdedirler. Her şey 2 boyutlu menbran uzayının içindedir. Menbranlar birbirlerini, faz salınımları dolayısıyla görmez. Aynı yapı evren ve karşı evren içinde geçerlidir. Fakat evrenlerdeki parçacıklar için ise dalga titreşim hızları etkin rol oynamaktadır. Menbranların dalga titreşimini bilmiyorum ama 1 milyon olduğunu kabul ederek olayı anlatmaya çalışayım. Kuantum dünyalarının en alt düzeyinde (Astralda) titreşim ışık hızındadır. (Evrenimize yansıdığı için biliyoruz) Işık hızında olan titreşim her kuantum katında artarak menbran uzayında bir milyona çıkar. Onun için her düzey uzay olarak aynı yerde olmasına rağmen birbirlerini algılamazlar. Yani şekil 2’deki iç içe parçacıklar iç içe olmalarına rağmen birbirlerini algılamadan beraber hareket ederler. Biz bir parçacığın incelerken alt parçacıklarıyla oluşan toplam kütlesi ve toplam dalga etkisiyle karşılaşırız. Kütle olarak en dıştaki kütle en fazla olduğu için en büyük etki ondan gelir. İç parçacıkların kütleye etkisi çok azdır. Fakat dalga olarak en dıştaki parçacığın etkisi en azdır. Yalnız biz bu durumları ayrı olarak algılamayız. Bizim için, ölçtüğümüz kütlenin hepsi o parçacığa aittir. Şimdi bu durumu boyut yönüyle inceleyelim. Şekil 6’da en dıştaki kütlenin (Atom diye niteledim) 3 mekan boyutu şeklin dışında açık olarak karşımıza çıkarken diğer 8 boyut (4 -11 boyut) şeklin içinde hapis gözükmektedir. Eğer en dıştaki kabuğu atarsak cisim kütle olarak azalır ve dalga titreşimi olarak artar ve şekil 1’deki 1. kuantum katını algılar. Yani 4. boyut açılır ve dört boyutlu bir uzayda yaşadığını görür. Bu durum 11. boyuta kadar aynı şekilde gider. Önemli bir nokta ise “zaman”ın bir mekân boyutu olmaması sebebiyle bu çizimlerde yeri yoktur. O başlı başına geçerliliği olan bir boyuttur ama tüm kuantum katlarında bildiğimiz haliyle geçerli olmayabilir. Bu durum her atomumuzun içinde kuantum dünyaları olduğunu göstermektedir. Böylece M kuramında söylenen “Bu evrenler bize çok yakın. O kadar yakın ki algılayamadık. Bu evrenlerde sonsuz sayıda medeniyet olabilir ve bize benzeyebilirler.” Sözünü daha anlaşılır olmaktadır. Bu evrenler dedikleri sadece bizim titreşimimizde olmayan ama tam olarak iç içe olduğumuz kuantum dünyalarına denk gelmektedir. Eğer bu dünyalarda canlılar varsa bizim gibi madde bedene sahip olamayacakları kesindir. Maddeye bağlı olduğumuzdan dolayı böyle bir durumu çok hayal ürünü görüyor olmamıza rağmen son zamanlarda yapılan çalışmalar bu durumun doğru olduğuna işaret etmektedir. Hawking’den başka bu durumu çağrıştıran bir haberde gazetelerde göze çarpmaktadır. ABD'li bilim adamı Robert Lanza'ya göre insan beyninde bulunan enerji kaynağı, bedenin ölümü ile birlikte yok olmuyor. Bu enerji bir başka evrene geçiş yapıyor. İşte Lanza’nın da bahsettiği evren bu kuantum dünyaları olmalı. Şekil 6’daki üç boyut haricinde maddesel bir yaşamın olamaz. Bilim Teknik Dergisi Mart 1998 “Çok Yaşa Dört Boyutlu Evren.” adlı yazıya göre “3 mekan ve 1 zaman boyutu dışında ancak ışıktan daha hızlı parçacıkların olduğu bir evren var olabilir” denmektedir. Daha önce dediğim gibi bizdeki hız o boyutların dalga titreşimine karşılık gelmektedir. Var olan o parçacıklar ışık hızı üzerinde titreştikleri için görülemezler. Kütle nereden geliyor? Sanırım kütleyi oluşturan şey parçacıkların çarpışma anında var olan dalga titreşimlerinin yavaşlamasıdır. Yani momentumun korunumu gibi dalga titreşimi yavaşlayınca parçacıklar kütle kazandı. İlk olarak çarpışan menbranlar zıt fazlara sahip idiler. Onun için çarpışmaları madde ve karşımadde oluşumunu sağlamıştır. Çarpışma zıt fazlı olduğundan titreşimler birbirini çarpışma anında engellemiştir. Bu engellemeye parçacıkların tepkisi ise kütle oluşturmak olmuştur. Aslında menbranın yapısı parçacıklardan çok bitişik sicimcikler halindedir ama sonuçta oluşan etki mevcut evrenimizi oluşturmuştur. Atomun yapısı nasıldır? Bildiğimiz atom modelini hayal edebiliriz. Yani ortada proton ve nötronlardan oluşan çekirdek ve etrafında dönen elektronlardan oluşur. Bu durumu şekil 6’ya uyarlarsak dış kabuğun içinde “proton” ile gösterdiğim küreden birden çok var demektir. Helyum atomu için düşünürsek çekirdekte 2 tane proton 2 tane nötron ve çevrede dönen 2 tane elektrondan oluşur. Maddedeki nötron ve elektron protonun eşdeğeridir. Bir proton ise 3 adet kuarktan oluşur. Kuarklarda alt parçacıkların farklı diziliminden oluşur. Aslında elektronda kuarktan oluşur ama onun kuarklarını oluşturan alt parçacıklar çok daha farklı olmalıdır. Şekil 6’da görülen iç içe yapı içe doğru devam eder. Kuarklar çeşitli sayılarda alt elemanlardan, onlarda daha alt elemanlardan oluşur. Fakat bu yapı sonsuza kadar gitmez. Alt parçacık sayısı şekilde verildiği kadardır. Yani atomun altında 7 tane daha iç parçacık olmalı. Burada önemle vurgulamam gereken şey şekil 6’daki parçacıkların dizilimi kütle büyüklüğü baz alınarak yapılmıştır. Şekil 7 Evren kütle kaybettikçe küçülerek tekrar içine kapanamayacak hale gelir. Süper simetri ve Büyük Patlama neden gözlemlerle uyuşmuyor? Süper simetri teorisi gereği evrenin mevcut halinde olması gereği fizikçiler tarafından biliniyor. Fakat evrende anti maddenin olmaması sorun oluşturmaktadır. Süper simetriyi doğuran standart model aslında parçacıkları açıklamakta yeterli olmasına rağmen anti madde bulunamadığından dolayı kuşkuyla karşılanmaktadır. Aslında sorun standart modelde değildir. Sorun evrenin birkaç kere çöküp patlamasından kaynaklanmaktadır. Yukarda anlattığım evrenin ilk büyük patlamasıdır. Fakat daha sonra evren kendi içine çökerek tek bir kara delik oluşturmuş ve tekrar patlamıştır. Yani içinde bulunduğumuz evren kesinlikle tekillikten başlamıştır onun için büyük patlama teorisi ve standart model doğru olmalarına rağmen karşı madde tarafı gözlenemez durumdadır. Eğer evren birkaç kere çöküp patladıysa bu nasıl mümkün olabilir? Bunu sağlayan şey evrenin sürekli kütle kaybediyor oluşudur. Yukarda anlattığım ilk patlamada çok fazla kütle oluştu. Bu kütleler büyük patlamanın hızını yenerek tekrar patladıkları yere geri çöktüler. Fakat aradaki faz farkı nedeniyle karşıevrenle birbirlerini algılamadıkları için madde ve antimadde birbirlerini yok etmedi. Oluşan tek ve en büyük karadelik tekrar patlayarak bu günkü yapıya yakın bir durum oluşturmuştur. Yani biz evrende anti madde göremeyiz. Bizim maddemiz kadar antimadde ikiz evrenimiz olan ve bizimle eşzamanlı gelişen karşıevrende bulunmaktadır. Her şeyiyle tam olarak bizim simetrimizdir. Eğer bir eşizimiz varsa kesinlikle karşı evrendedir. Evrenimiz sürekli açılıp kapanan evren modeline dönüşmüştür. Fakat her patlamadan sonra bir şekilde madde kaybetmektedir. İşte kaybolan bu maddeler yüzünden artık tekrar içine kapanamayacak son açılımdayız. Kaybolan maddeler evrende çekim gücünü azaltmaktadır. Çekim gücü azaldıkça evren daha hızlı genişlemektedir. Bu gün evrenin %74’ünü oluşturduğunu düşündüğümüz gizemli enerjinin açıklaması budur. Kaybolan kütle yüzünden büyük patlamanın verdiği kaçış hızını yavaşlatmaya çalışan yerçekimi azalınca kaçış hızı etkisini artırmaya devam etmektedir. Bu etkiyi, sanki evreni genişlemeye zorlayan bir güç varmış gibi algılamaktayız. Yani kütle kaybetme işi her an devam etmektedir. Fakat biz etkilerini göremiyoruz. Daha doğrusu öyle bir durumun var olduğu bilinmediğinden hiç araştırmadık. Aslında kütle kaybetmenin etkilerini gözlemlemek zordur. Çünkü evrenimiz kaybolan kütleler oranında büzüşmektedir. Bu büzüşme bizim ölçü sistemlerimizi de aynı oranda etkilediği için farkı göremeyiz. Işık dahi büzüşmektedir. Yani metre, kütle ağırlığı veya ışık hızı gittikçe azalmaktadır. Azalma oranıyla tüm evren aynı oranda küçüldüğü için farkı algılamıyoruz. Eğer zaman içinde atom büyüklüğünü ölçebilirsek bunu fark edebiliriz ama o kadar küçük etki o kadar az zamanda görülebilir mi bilmiyorum. Aslında bu durumu fark edebilmek için ikinci bir yol daha var. Eğer uzaydaki gök cisimlerinden birinin uzaklığını paralaks gibi farklı bir yöntemle ölçebilirsek bu durumu anlamak mümkün olabilir. Diyelim ki paralaks yöntemiyle bir galaksinin bizimle eş hareket ettiğinin tespit edebilirsek sorunu çözmüş oluruz. Gerçekte bizimle eş hareket eden yani bizden uzaklaşmayan yada yaklaşmayan bu galaksinin ışığı kırmızıya kayması gerekir. Kırmızıya kayma küçülen galaksilerin arasındaki uzayın büyümesinden gelir. Yani galaksiler gittikçe küçülürken sabit uzay içinde birbirlerinden uzaklaşıyormuş izlenimi verir. Aslında evrenin yoğunluğu azalmaktadır. Evrenin kütle kaybederek büzüşmesi bizim evrenin yaşını doğru ölçmede hata yapmamıza sebep olmaktadır. Biz evrenin büzüşme etkisini hesap etmiyoruz. Onun içinde hatalı sonuç buluyoruz. Benim evrenin yaşı olarak düşündüğüm rakam 19,4 milyar yıldır. Buradaki can alıcı soru evren nasıl kütle kaybetmektedir ve bu kütleler ne olmaktadır. Aslında bu kütlelerin %22’lik kısmının nerede olduğunu biliyoruz. Bu kısım evrende göremediğimiz ama kütleçekimsel olarak varlığını bildiğimiz karanlık maddenin ta kendisidir. Bu durumu şekil 6’yı kullanarak açıklamaya çalışayım. Şekilde görülen en dış katmandaki “atom” yapısının olmadığı bir parçacık düşünün. Bu protona karşılık gelmektedir ve 4 boyutlu uzayın doğal elemanı olmuş oluyor. Yani 1. kuantum dünyası proton, nötron ve elektronlardan oluşmaktadır. O uzayın doğal parçacıkları bunlar olmuş oluyor. Yani bizdeki çeşit çeşit atoma karşılık gelmektedirler. Nasıl ki çok ağır atomlardan hafif atomlara kadar bir yapı var ise orada da buna benzer bir yapı vardır. Bu yapı daha altta da aynı şekilde devam etmektedir. Bu demektir ki kütle olarak hissettiğimiz ama kendilerini göremediğimiz kütleler bu elemanlardır. Şekil 8- A noktasından bırakılan bilye sürtünmesiz bir ortamda sonsuza kadar salınır. Kütlenin nasıl kaybolabileceğini anlatmaya çalışayım. Eğer “atom” herhangi bir nedenle şekil 6’daki en dış kabuğu atarsa derhal 4. boyut uzayının elemanı olur. Artık 3. boyut uzayında algılanmaz olur. Kendisi de 3 boyutu algılayamaz. Fakat kütle çekimi etkisini sürdürmeye devam eder. Fakat kütle çekimini oluşturan en büyük etki olan atom boyutunu kaybettiği için kütlesi epey küçülür. Kütle küçülmesi demek dalga değerinin artması demektir. Yani parçacıkların ilk büyük patlamada kaybettikleri dalga titreşim hızının bir kısmını geri kazanmış olur. Bu süreç böyle devam ederse 11. boyutta parçacığın hiç kütlesi kalmaz. Böylece ilk başladığı kütlesi olmayan menbran haline döner. 10. boyut uzayında bu parçacıkları bir sicim olarak hesap etmekteyiz. Demek ki 11. boyutta o sicimler birbirine tutunarak menbran haline gelmektedir. Böylece menbranlar çarpıştıklarında kaybettikleri enerjiyi tekrar geri kazanmaktadırlar ama bu yeni bir faz salınımı yaratmış olur. Görüldüğü gibi aslında kaybolan bir şey yok. Sadece kütlesiz menbrandan oluşan kütle tekrar kütlesiz olarak geri dönmektedir. Şekil 7’de durumu göstermeye çalıştım. İlk büyük patlamada -90° ve +90° fazlarına ayrılan madde ve karşımadde bir daha birbirlerini algılayamamaktadırlar. Bu faz ayrımı bizdeki elektrik fazları gibi midir bilmiyorum. Fakat menbranlar salınım yapmadıkça aynı uzayı paylaşmalarına rağmen birbirlerini algılamazlar. Aynı şekilde birbirlerini algılamayan madde ve karşımadde evrenleri bu sefer ilk patladıkları yere geri çökerler. Çökmeden sonra her evren tek bir karadelik olup tekrar geri patlar. Buna sebep olan etki hızla çöken evrenin tek noktaya sıkışmasından sonrada bu hareketin etkisini devam ediyor oluşudur. Bir nevi evrenin momentumu diye düşünülebilir. Şöyle anlatmaya çalışayım Şekil 8’deki bilye A noktasından bırakıldığında merkezdeki M noktasında durmaz (sürtünmesiz ortamda) harekete devam eder. B noktasına kadar çıkar ve tekrar geri döner. İşte bu geri dönme esnasında tekrar A noktasına kadar çıkar ve patlamayı tekrar oluşturur. Evren kendi içine çökerken son dönemlerinde çok büyük bir şiddetle çöker. Bu çökme patlamanın tersi ama onun kadar hızlı olur. Bu hızın kaynağı da ilk patlamanın başlangıç hızıdır. Yani evren bir kalp atışı gibi bir kapanıp bir açılan sistemdir. Sürtünme olmadığı için bu kapanıp açılmalar sonsuza kadar sürebilir ama kütlenin azalması sistemin ömrünü kısaltmıştır. Genel kabul üzerine tekrar kendi içine çökmeyecek olan evren ısıl ölüme mahkum olmuştur. Oysa evrenin ölümü o şekilde olmayacaktır. Evrenler madde kaybetmeye devam edecek ve bu süreç hiç madde kalmayınca sona erecektir. Eğer evrende kütle olmazsa evren diye bir şeyden bahsetmenin de anlamı kalmayacaktır. Yani evren bir nevi buharlaşarak yok olacaktır. Evren hem genişleyip hem de büzüşmektedir demiştim ama aslında evren bize büyüyor gibi gözükmesine rağmen gerçekte hacim olarak küçülmektedir. Büyüme etkisi küçülen gökadaların evren içinde daha az yer kaplamalarının bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani evrenin madde kaybetmesi dolayısıyla küçülmesi büyük patlamadan oluşan şişmeden daha fazladır. Fakat şişmenin etkisi dolayısıyla evrenin hacmi kaybettiği madde oranında azalmaz onun için yoğunluğu azalmış olur. Kaynakça: 1. Bilim Teknik Dergisi Ekim 2008 “Fizikte Büyük Evliliğe Doğru… Her Şeyin Kuramı” 2. http://video.google.com/videoplay?docid ... 415625763# 3. http://www.onlinefizik.com/content/view/213/ 4. Bilim Teknik Dergisi Ağustos 1982 “Hologram Kuramı ve Beyin” 5. Bilim Teknik Dergisi Mart 1998 “Çok Yaşa Dört Boyutlu Evren.” 6. Bilim Teknik Dergisi Ağustos 2009 “CERN ve Büyük Hadron Çarpıştırıcısı” 7. http://www.milliyet.com.tr/default.aspx ... ID=1172535 8. Dünya ve Ötesi-Seyfullah Demir-Cinius yayınları |
15 Mart 2013 Cuma
Ha Şimdi String Teorisinde kısaca geçen M Teorisi ne diceksiniz :D
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder